Eşcinseller ve Nefret

Buluğ çağına girdikten sonra hemcinslerini rüyasında görmesine bir türlü akıl erdiremediğini, sabahları ‘ıslanmış’ kalkınca, Tanrı’nın onu cezalandırdığını ve bu nedenle vücudundan iltihap aktığını zannettiğini anlatmıştı. Yavaş yavaş  eşcinsel olduğunu fark ettiğini, ama etrafında bunu konuşabileceği hiç kimsenin olmadığını ve sürekli Tanrı’ya onu ‘iyileştirmesi’ için yalvardığını aktarmıştı bizlere… Etrafındaki herkesten farklı olan bir çocuğun gözünden, karanlık bir ıssızlığın ortasında kaybolmanın hikâyesini dinliyorduk. Mahkemenin ‘tercih’i Onun çilesinin bu kadarla sınırlı olduğunu zannediyorsanız, yanılırsınız. Kendini tam olarak anlaması ve kabul etmesi, çok uzun yıllara yayılmış. Çok uzun yıllar sonra ancak birkaç akrabasına gerçekte ‘kim’ olduğunu söyleyebilmiş. Okumuş, iyi bir meslek sahibi olmuş, ama bir bardan çıkarken onu görüp peşine takılan üç serseri tarafından hastanelik edilinceye kadar dövülüp üzerindeki parası alınmış ve mahkemeye çıktıklarında onu dövenler değil, kendisi utanç duymaya zorlanmış. Sanıklar pişkin pişkin, kendilerin ‘eşcinsel’ ilişki teklif edildiği için, ‘galeyana gelip’ mağduru dövdüklerini söylemişler ve mahkeme bu ‘mazereti’ makul bulup ‘haksız tahrik’ hükümlerini uygulamış. Sanıklara komik denecek cezalar verip dosyayı kapatmış. Mağdur eşcinsel olduğu ve onun bizatihi varoluşu, birileri için ‘haksız bir tahrik’ oluşturduğu için, apaçık ortada duran ‘gasp’ suçu, basit bir ‘tartaklamaya’ dönüşmüş. Kim bilir kaçıncı kez sessiz sedasız tekrarlanmıştır buna benzer hikayeler. Cinsel azınlıkların hakları, Türkiye’nin en geride kaldığı bir konu. Tam bir ikiyüzlülük ve sessizlikle geçiştiriyoruz bu meseleyi. İnsanların ‘kör cahil’ olmaktan utanmadıkları yegâne bir konu bu. En eğitimlimiz bile eşcinselliğin ‘bir tercih’ olduğunu söyleyebiliyor, sanki insanlar ‘cinsel yönelimlerini’ seçebilirlermiş gibi. Hükümetin bir bakanı çıkıp hiçbir kınanma korkusu duymadan ‘eşcinselliğin hastalık’ olduğunu söyleyebiliyor bu ülkede. Ağzından çıkanın bir nefret söylemi olduğunu fark etmeden… O ‘hastalık’ deyince, birilerinin de bu ‘hastalığı’ yeryüzünden kazımaya kalkabileceğini hiç mi hiç düşünmeden… Zenne’nin anlattıkları Türkiye, dünyada en fazla transseksüelin öldürüldüğü ülkelerden bir tanesi. Eşcinseller her gün bir ‘namus cinayetine’ kurban gidiyor. İzlemediyseniz ‘Zenne’yi mutlaka seyredin. Nasıl insanları ikiyüzlülüğe mahkûm ettiğimizi, dürüstlüğün nasıl ölüme götürebildiğini çok dokunaklı bir şekilde anlatıyor Zenne. Türkiye’nin cinsel azınlıkların hakları konusunda yürüyeceği çok uzun bir yol var. Ama hiç olmazsa bazı asgari müştereklerde anlaşıp, ‘eşcinselleri’ şeytanlaştırıcı ‘nefret söylemlerinden’ sakınma ve eşcinsellere karşı işlenen nefret suçlarını etkili bir şekilde cezalandırma konusunda mutabakata ulaşabilmeliyiz diye düşünüyorum. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 9 şubat günü çok önemli bir karara (Vejdeland ve Diğerleri/ İsveç) imza attı. Eşcinsellere yönelik yaftalayıcı ve ötekileştirici söylemlerin ‘nefret söylemi’ olarak kabul edilip cezalandırılması gerektiğini söyledi AİHM. Nefret söylemi ve eşcinsellik konusunda bir ‘devrim’ niteliğindeki bu kararın ne anlama geldiğini ve Türkiye için önemini yarın tartışmaya çalışacağım.

ORHAN KEMAL CENGİZ

 http://www.radikal.com.tr