Kıbrıslı kayıp şahıslar

13.10.2009

Kıbrıslı Rumların daha önceki bireysel başvuruları, genel olarak özel mülkiyet ihlali nedeniyle açılmıştı. Kayıplar konusu ise Kıbrıs Rum hükümetinin yapmış olduğu devlet başvurularında gündeme gelmişti. Bugüne kadar Kıbrıs Rum hükümetinin toplam dört başvurusu var. Bunlardan ilk üçü AİHS Ek 11. Protokolü öncesinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na yapılmıştı. Eylül 1974 ve Mart 1975’te yapılan ilk iki başvuruyu, Komisyon 1976’da sonuçlandırmış ve Türkiye’nin AİHS’nin en temel maddelerini (2, 3, 5, 8, 13, 14 ve 1.Ek Protokol 1. Madde) ihlal ettiğine karar vermişti. Eylül 1977’de yapılan üçüncü başvuruyu Komisyon 1983’de sonuçlandırmış ve Türkiye’nin AİHS’nin 5. ve 8. maddelerini ihlal etmeye devam ettiğini kararlaştırmıştı. AİHS Ek 11. Protokol sonrası AİHM önüne gelen dördüncü davada, AİHM ilk iki başvuru için aldığı ihlal kararını, Türkiye etkin soruşturma yürütmediği ve gerekli düzenlemeleri yapmadığı için ihlallerin devam etmesi olarak yorumlamış ve ayrıca Türkiye’nin eğitim hakkını da ihlal ettiğine karar vermişti. Varnava ve Diğerleri davası, Kıbrıs’taki kayıplarla ilgili karara bağlanan ilk bireysel başvuru olarak bundan sonraki AİHM kararlarına emsal teşkil edecek.

Zorla kaybedilme

BM Genel Kurulu’nun 20 Aralık 2006’da kabul ettiği, ancak henüz yürürlüğe girmeyen “BM Tüm Kişileri Zorla Kaybedilmeden Korunmak için Uluslararası Sözleşme”ye göre “zorla kaybedilme” devletin ajanları ya da devletin yetkisi, desteği ya da rızasıyla hareket eden kişiler veya bu kişilerin oluşturduğu gruplar tarafından gerçekleştirilen tutuklama, gözaltı, kaçırma ya da özgürlükten yoksun bırakmanın diğer biçimlerini takiben bir kişiyi kanun koruması dışında bırakacak şekilde özgürlükten yoksun bırakma gerçeğinin reddi ya da akıbetinin veya kayıp kişinin nerede olduğunun gizlenmesi olarak sayılıyor.

Kıbrıs’ta, Temmuz 1974 ve sonrasında ve toplumlararası çarpışmalarda, kayıp olarak rapor edilen vakalara bakmak üzere Kıbrıs Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK) kuruldu. KŞK her iki toplumdan önerilen “Üye” ve Uluslararası Kızıl Haç Komitesi tarafından seçilmiş ve BM Genel Sekreteri tarafından atanan “Üçüncü Üye”den oluşuyor. Komiteye şu ana kadar toplam 502 Kıbrıslı Türk ve 1493 Kıbrıslı Rum resmi olarak bildirildi. Yakın geçmişteki birçok kimlik tespiti sonrası, şu andaki toplam Kıbrıslı Rum kayıp sayısı 1468.

Türkiye’de ise 12 Eylül darbesini takiben, 1980-1990 yıllarında kayıtlara geçen kayıp sayısı 13 kişi. Ancak gerçek sayı tam olarak bilinmiyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 1990’lı yıllarda yaşanan hak ihlalleri hakkında İnsan Hakları Derneği’nin elinde 20 bin dosya var. Bu dosyaların 1500’ü kayıplar hakkında. Konuyla ilgili olarak AİHM Türkiye’yi yaşam hakkını ihlal ettiği ve etkili bir soruşturma yürütmediği gerekçesiyle defalarca mahkûm etmişti. Kayıp dosyalarında yer alan bazı mağdurlar sonradan ölü olarak bulundu ve faili meçhul cinayet olarak kayıtlara geçti, bir kısmı ise uzun süreli tecrit gözaltıları ve tutuklamaları sonrasında serbest kalabildi.

Bu hikâye burada bitmez

Kıbrıslı Rumlar tarafından Türkiye aleyhine AİHM’e yapılan başvurular, önümüzdeki günlerde devam edecek. AİHM Büyük Daire, 18 Kasım 2009 Çarşamba günü Demopoulos v. Türkiye davasıyla birlikte, Kıbrıslı Rumlar tarafından yapılan toplam sekiz başvuruyu değerlendirecek. Bu davaların ortak iddiası AİHS’in 8. (özel hayatın ve aile hayatının korunması), 14. (ayrımcılık yasağı) ve AİHS Ek 1. Protokol 1. Madde (özel mülkiyet) hakkının ihlal edildiği yönünde. Doğrusunu söylemek gerekirse, AİHM’in geçmiş içtihatları ışığında söz konusu başvurular hakkında nasıl bir karar vereceği pek de sürpriz olmayacak. Bu arada Türkiye, AİHM raporunda 2008’de görülen davalar bakımından 264 davayla birinci, 2008 sonu itibarıyla tüm yıllar boyunca AİHM önüne gelen 97,300 davanın yüzde 11,4’ünün Türkiye hakkında olması sebebiyle de ikinci sırada. AİHM önünde aldığı mahkûmiyet kararları nedeniyle trilyonlarca TL tazminat ödemek zorunda kalan Türkiye, “paramı verir ihlalimi yaparım” mantığını terk edip geçmişiyle yüzleşmediği sürece trilyonların artması her geçen gün olası. Türkiye ise mahkûmiyetlerden kurtulmak için “AİHM reformu” adı altında başvuruları zorlaştıracak prosedürler peşinde. Ancak bunun yolu hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını temin edecek demokratik reformları “özde” ve “içerde” yapıp pratiğe yansıtmaktan geçiyor. Bunu yapacak siyasi iradenin varlığı ise malumunuz: Faili meçhul ya da kayıp!

*İnsan hakları savunucusu

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalEklerDetay&CategoryID=42&ArticleID=958857&Date=11.10.2009