Nefret Suçları Hakkında Dikkat Kesilmek Niçin Önemli?

Av. Taner KILIÇ*

Geçtiğimiz hafta içinde Mandela’nın Güney Afrika Cumhuriyeti’nde birden patlak verip değişik şehirlere sıçrayan ve başta Zimbabveli olmak üzere ülkedeki göçmenleri “işsizlik, suç ve barınma gibi sosyal sorunlara neden oldukları” gerekçesiyle hedef alan ve canlı olarak yakma gibi oldukça ağır şiddet saldırıları şeklinde gelişen olaylar tüm dünyanın dikkatini tekrar “nefret suçlarına” çekti. Irk ayrımcılığına dayanan Apartheid rejimi 1989 tarihinde iflas etmiş ve 28 yıl cezaevinde tutulan Mandela’nın Afrika Ulusal Kongresi (ANC) 1994 yılından itibaren ülkede ciddi iyileştirmeler gerçekleştirmiş olmasına rağmen meydana gelen bu şiddet olayları ülkede şok etkisi oluşturdu. Etnik ayrımcılık ve ırkçılık rejiminden büyük bedellerle mücadele ettikten sonra kurtulan, bundan dolayı da mesela ülkede konuşulan 11 dili resmi dil olarak benimseyebilen bir memlekette böylesi olaylar olması herkesi üzdü ve nefret suçları üzerine yeniden düşünmeye sevketti. Bir kez daha hatırladık ki, nefret suçları sadece çok ilkel ve totaliter rejimlerde değil, demokrasi ve insan hakları kültürünün göreli geliştiği zannedilen ülkelerde de ciddi bir potansiyel tehlike olarak, her an uyandırılmaya hazır olarak uykuda beklemektedir.

Nefret Suçu Nedir?

Irk, din, etnik/milli köken, cinsiyet, cinsel yönelim, engellilik durumu ve yaşları gibi nedenlerle beslenen önyargı yüzünden kişilere ve/veya mülklerine karşı işlenen suçlara “nefret suçu” adı verilmektedir. İlk olarak 1969 yılında “önyargı yasaları” olarak ABD’de kavramlaştırılan nefret suçları daha sonraki yıllarda Avrupa ülkeleri mevzuatlarında da kendisine yer bulmuştur. Şüphesiz çok farklı ülkeden, etnik yapıdan, din ve mezheplerden gelen göçmenlerce kurulan ABD’de bu suçun öncelikle tespit edilip uygulanmaya konulmak istenmesi ülke içinde korunmak istenen haklar açısından anlamlı ve önemlidir. Başta yerli haklarının, daha sonraki kölelik uygulamasına bağlı olarak siyah haklarının, günümüzde ise daha çok göçmen ve vatandaşlık haklarının tartışıldığı ve bu tartışmadan beslenen sivil haklar mücadelesinin ve kazanımlarının muhafaza edilmesi şüphesiz hem ABD hem de dünya ülkeleri açısından son derece önemlidir. 1990’lı yıllardan itibaren, cinsiyet ve cinsel yönelim temelinde gerçekleştirilen saldırıların da bu kapsama alınması ile tarihi süreç nefret suçları ile mücadelede önemli bir evreye ulaşmıştır. Avrupa’da ve örneğin Almanya’da ise 2001 yılından bu yana “siyasi motifli suç” olarak kabul edilen bu kapsamdaki suçlar için daha çok “önyargı suçları” tanımlaması kullanılmaktadır.

Ülkenin Ceza Kanununda tanımlanan bir suç olup olmadığına bakılmaksızın mağdurların kendilerini önyargı veya nefret ile algılandıklarını hissettikleri her türlü olay nefrete dayalı bir olaydır. Dışavurumları ise Ceza Kanununda suç olarak tanımlanan fiziksel saldırı, saldırı tehditleri, mülkiyete zarar verme, taciz, yazılı veya sözlü kötü davranış, nefret içerikli ve saldırgan duvar yazıları, gözdağı veren değişik davranışlar, kabadayılık ve incitici şakalar gibi davranışlarda görülebilir. Şüphesiz bu hareket ve davranış alışkanlıklarının ortaya çıkmasında çok ciddi tarihi, düşünsel nedenler ve bu nedenlerle bağlantılı aile, okul, şehir ve ülke iletişim araçlarından edinilen eğitim süreçleri etkili ve önemli olmaktadır. “Bir bebekten bir katil ortaya çıkaran” kültürel atmosferin bu nedenle iyi irdelenmesi, nefret suçlarını tespit, anlama ve önleme çalışmalarında hayati öneme sahip olacaktır. Nefretin kültürel kökenlerinin tespiti ve bunu önlemeyi hedef alan eğitim hakkında düşünceler ayrı bir yazı konusu olabilir. Biz burada nefret söylemi ve suçlarının ülke içinde tespit ve deşifre edilmesinin önemi üzerinde durmaya çalışacağız.

Türk Ceza Kanunundaki düzenleme

2004 yılında kabul edilip halen yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun (TCK) “kişilere karşı suçları” düzenleyen 2. kısmının “hürriyete karşı suçları” düzenleyen 7. bölümünde “ayrımcılık” tanımlanmıştır. Belirtili nedenlerle kişiler arasında ayrım yaparak mal satım, işe alım, hizmeti sunmama veya ekonomik özgürlüğün engellenmesi gibi durumlar olarak tespit edilen ayrımcılık örnekleri 6 ay – 1 yıl arası cezaya tabi tutulmuştur. “Topluma karşı suçları” düzenleyen 3. kısmın “kamu barışına karşı suçları” düzenleyen 5. bölümünde ise bu kapsamda görülen eylemler kategorize edilmiştir. Şüphesiz bunlardan “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” başlığıyla düzenlenen 216. madde aslında nefret suçları hakkında uygulanması gereken bir maddedir. “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı bakımından farklı özelliklere sahip bir kısmını diğer bir kesim aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimsenin” bu davranışı kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike oluşturması halinde eylem 1 yıl – 3 yıl arası olmak üzere cezalandırılmaktadır. Bu düzenleme önceki TCK’nun meşhur 312.maddesinin 2. fıkrasına tekabül etmektedir.

Ancak nefret suçları hakkında oldukça efektif kullanılabilecek bu madde ya hiç uygulanmamakta ya da çoğunlukla nefret söyleminde bulunanlara değil, İbrahim Kaboğlu ve Baskın Oran aleyhine açılan davalarda görüldüğü gibi daha çok nefret söylemine karşı çıkanlara karşı kullanılmaktadır. Maddenin yerinde uygulandığı örnekler çok azdır. İzmir’de bulunan ve basın açıklamalarında “yol açtığı sorunlar nedeniyle” Kürt halkının kısırlaştırılması gerektiğini savunan Türkçü Toplumcu Budun Derneği’ne karşı Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyelerinin yaptığı suç duyurusu doğrultusunda açılan dava şüphesiz, 216. maddenin doğru uygulanışının istisnai örneklerindendir. Keza, geçtiğimiz mart ayında Denizli-Çivril’de bir Kürt aile için “Bunlar PKK’lı. Biz kovmazsak Kürtler köyü ele geçirecek” şeklinde propaganda yaparak ailenin ilçeden kaçmasına neden olan 16 kişi hakkında -ailenin şikayetçi olmamasına rağmen- bu madde kapsamında dava açılması yine olumlu ama ender örneklerdendir. Bunun dışında “millete ve devlete karşı suçları” düzenleyen 4. kısmın “devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığına karşı suçları” düzenleyen 3. bölümü kapsamındaki “Türk milletini, Cumhuriyetini, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçunu düzenleyen 301. maddenin uygulanma şeklini ise artık dünyadaki sağır sultan bile duymuştur.

Şüphesiz TCK madde 216 doğru uygulanmış olsaydı, ya da bundan da önce ülkedeki nefret söylemi zamanında dikkatli ve doğru takip edilseydi muhtemelen Trabzon’daki Rahip Santoro bir cinayete kurban gitmeyecek, şehirde basın açıklaması yapmaya çalışan gençlere linç girişiminde bulunulmayacaktı. İnternet ortamına da yansıyan nefret söylemi ülkede ciddi takip edilip zamanında deşifre edilseydi belki de Hrant Dink öldürülmemiş, Malatya’da tüm Türkiye’nin yüzünü kızartan bir katliam yaşanmamış olacak ve İzmir’in Seferihisar ve Kemalpaşa ilçelerindeki linç girişimcileri gerekli cesareti kendilerinde bulamayacaklardı. Bu nedenlerle ülke içindeki nefret söylemlerinin takip edilmesinin ve bunların deşifre edilmesinin çok ciddi anlamda hayati öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Bizde ise böylesi bir çalışma ne kamu kuruluşları ne de sivil toplum kuruluşları tarafından yapılmamaktadır.

Nefret Suçlarını İzlemek

Bir süre önce Montgomery, Alabama’da ziyaret ettiğimiz Southern Poverty Law Center (SPLC) (Güney Yoksulluk Hukuk Merkezi) işte tam da bu yönde çok ciddi faaliyet yürüten ve ABD’deki nefret gruplarını izleyen ve deşifre eden bir kuruluştur. Bu kuruluş yasa uygulamalarını, medyayı, interneti ve hatta insanların davranışlarını izleyip bunların sonuçlarını üçer aylık dönemler halinde çıkarmakta oldukları Intelligence Report (Haber Ekspresi) isimli dergi ile duyurmaktadır. SPLC hukuki ve cezai sorumluluk da doğurabilecek bu çalışmasını son derece ciddi ve titiz yöntemlerle yürütürken bazen dedektif tekniklerine başvurmaktan da geri kalmamaktadır. Derginin editör ve direktöründen aldığımız bilgilere göre, bu dergi günümüzde 60.000 kadarı kanun uygulayıcıları olmak üzere, 300.000’den fazla abonesi ile ülkenin nefret gruplarını izleyen ve deşifre eden en etkili yayını olarak görülmektedir.

1981 yılında Alabama’da barışçıl bir gösteri sırasında göstericilere saldıran bir beyazın siyah bir kişi tarafından meşru müdafaa sırasında ölümüne sebebiyet vermesinin ardından

yapılan yargılamada tamamı beyaz olan jüri üyelerinin idam kararı vermesi üzerine bu ekip ilk kez o tarihte “Klanwatch” (Kafatasçıları İzleme) ismi altında sanık yanında temyize dahil olmakla bu alandaki hukuki mücadelesine başlamış. Bu dava kapsamında yaptıkları çalışmalarda karşılarında bir nefret grubunun olduğunu fark eden ekip daha sonra yaptıkları çalışmalarda ülkede birçok nefret grubunun aktif olarak çalışma içinde olduğunu tespit etmiş. 1998 yılında Intelligence Report ismini alan kurum bugüne gelindiğinde ülkede bulunan Neo Naziler, ırkçı dazlaklar, siyah ayrılıkçılar, göçmen karşıtları, eşcinsel karşıtları, aşırı militanlar gibi kategoriler altında yüzlerce yerel nefret gruplarını izleyen, bu konuda ciddi bir raporlama sunan ve artık alanında uzman bir kuruluş olarak kabul edilen bir yapıya dönüşmüş durumdadır.

SPLC’nin ilk 17 yıllık çalışmaları, açtığı davalar sayesinde bu grupların önde gelen 9 tanesi kapatılmıştır. SPLC birçoğu adi suç gibi gözüken cinayetlerin arkasında aslında nefret gruplarının olduğunu ortaya çıkarmış, göçmenler aleyhine başlatılan nefrete dayalı kampanyaları durdurmuş, bazı nefret gruplarının dağıtılarak tüm malvarlıklarına el konulmasını sağlamıştır. 1988 yılında Portland, Oregon’da Etiyopyalı Seraw’ın ırkçı gençler tarafından dövülerek öldürülmesinden sonra faillerin cezalandırılmış olmasına rağmen, SPLC bununla yetinmemiş ve cinayetin arkasında ünlü neo-Nazi dazlak grubu Beyaz Aryan Direnişi’nin (White Aryan Resistance) (WAR) (kısaltmaya dikkat) lideri Tom Metzger’in olduğunu tespit ederek, hukuki mücadelesini bunun üzerine yürütmüştür. SPLC Metzger aleyhine açmış olduğu davada elde ettiği 12.5 milyon USD para cezası ile WAR ve Metzger’in sonunu getirmiştir. Elde edilen para ise Seraw’ın çocukları için kullanılmıştır.

SPLC özellikle 1995 yılındaki trajik Oklahoma saldırısından sonra sahip olduğu derinlemesine bilgiler ile ülkedeki yasa uygulayıcılarının dikkatini çekmiş ve bundan sonra SPLC birçok kamu birimi, Senato ve Temsilciler Meclisinde önemli sunumlarda bulunmuştur. Grup, halen nefret suçları ve bunların tespiti hakkında yasa uygulayıcılara düzenli eğitimler veriyor. Medyanın da görüşlerini önemsediği SPLC birçok olayda vermiş olduğu doğru ve zamanında bilgilerle tüm kurumların önüne geçmektedir.

SPLC’ın bu çalışmaları aslında ülkede gittikçe artan nefret gruplarının ivmesi ile de alakalı. Elimizde bulunan son 129. sayısında yer alan SPLC’ın araştırmalarına göre 2006 yılında ülkede 844 olan nefret grubu sayısı %5 oranında artarak 2007 yılı içinde 888’e ulaştı. Bu artış oranı 2000 yılı baz alındığında %48 oranında artışa tekabül ediyor. Bu artışın arkasında, teknolojik ilerlemenin daha önce görünür olmayan nefret gruplarını artık görünür hale getirmesinin rolü olsa da, ülkede nefret trendinin tırmanışta olduğuna dair bir şüphe de yoktur. Bu trendin neticesi olarak her eyalette ortaya çıkan nefret grupları ABD haritası üzerinden rakam olarak gösterilmekte, her grup hakkında ayrıntılı yazılar bulunmaktadır.

Özellikle son yıllarda göçmen politikaları üzerine yürütülen tartışmaların yeni nefret grupları doğurduğu genel kabul görmekte. SPLC’ın FBI istatistiklerine dayanarak verdiği bilgiye göre, 2003-2006 yılları arasında ülkede bulunan Hispanic denilen Latin Amerika kökenlilere yönelik nefret suçlarındaki artış oranı %35. Uzmanlara göre bu suçlar “göçmenlere” saldırdıklarını düşünen kişilerce gerçekleştiriliyor. Öyle ki bu nefret grupları içinde Meksika sınırından ülkeye girmeye çalışan göçmenleri öldürmek üzere keskin nişancıların yerleştirilmesi ve bizdeki Buduncular gibi göçmenlerin ilk çocuklarından sonra zorla kısırlaştırılmasını savunan örgütler bulunmakta. Bundan dolayı göçmenler karşıtı sert politikaları savunanların kullandığı dil ve söyleminin beyaz ırkın üstünlüğünü savunan ırkçı gruplarınki ile çok benzeştiği görülmekle son dönemde anti-göçmen görüşlere sahip bu tarz örgütler de SPLC tarafından nefret grupları listesine eklenmektedir. Göçmen politikaları üzerine yürütülen tartışmalar şüphesiz ırkçı nefret grupları için tüm dünyada yeni ve verimli bir alandır.

Nefret Suçu/İfade hürriyeti

Tüm bu anlatılanlardan da gözüktüğü üzere nefret söylemi ve suçları hakkında özel itinaya sahip bir takip ve özel kanuna dayalı bir cezalandırma yöntemi uygulanmalıdır. Nefret suçlarının ayrı düzenlemesi ve takibi konunun önemi açısından önemlidir. ABD Yüksek Mahkemesi (Supreme Court) Wisconsin v. Mitchel kararında oybirliği ile vermiş olduğu kararda da belirtildiği gibi “önyargı ile işlenen suçlar intikam suçlarına daha kolay yol açar, mağdurlara daha çok duygusal zarar verir ve toplumsal huzursuzluk oluşturur. Mutluluğa en çok zarar veren suçlara daha ağır cezalar vermek akla daha yatkındır”. Yüksek Mahkeme yine nefret saiki ile suçun işlenmiş olması halinde bunun cezalandırılmasının İlk Ekte (First Amendment) koruma altına alınan ifade özgürlüğüne aykırı olmadığına karar vermiştir. Mahkemeye göre “belirli gruplara karşı beslenen nefret yüzünden işlenen suçlar sadece mağdurlara zarar vermekle kalmıyor, mağdurla aynı gruba üye olanlara güçlü bir hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık mesajı gönderiyor”.

Sonuç

Bundan ötürü bizdeki mevcut Ceza Kanunu maddesinin nefret söylem ve suçlarını tespit ve cezalandırmasına yönelik içeriğinin zenginleştirilmesi ve dünyadaki güncel uygulamaları gözetilerek bir uygulama alanı bulması geleceğimiz adına hayati öneme sahiptir. SPLC’ın örnek alınması gereken çalışma teknikleri ve olaylara bakış açısının kavranması ise sürekli tırmanışta olduğu gözlenen nefret söylemleriyle mücadelede hem kamu kuruluşları hem de sivil toplum kuruluşlarımız açısından ciddi anlamda ufuk açıcı olacaktır.

* İzmir Barosu üyesi.