Herhangi bir ırksal, cinsiyet, dil ya da din ayrımı olmaksızın “temel insan haklarına, insan kişiliğinin onuruna ve değerine inancın yeniden onaylanması”(3) Birleşmiş Milletler’in kurulduğu günden beri temel amaçlarından bir tanesini oluşturuyor. Bu nedenledir ki BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 10 Aralık 2009 İnsan Hakları Gününü ayrımcılığın önlenmesi temasına ayırdı. Konuyla ilgili olarak hazırlanan bilgi notuna(4) göre, ayırımcılık en temel ifadesini BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde bulan ve yukarıda andığımız temel amacın altını oyuyor ve ispatlanması oldukça zor bir suç.
Ayrımcılık herhangi birinin düşündüğünden çok daha kurnaz, yıpratıcı, dirençli ve çok katmanlı bir fenomen. Örneğin ırksal kökenleri nedeniyle ayrımcılığa uğrayan gruplar ardından daha fazla ayrımcılığa maruz kalıyorlar çünkü onlar aynı zamanda eğitim, sağlık ve kültürel olanaklardan da yararlanamıyorlar.
Engelli kişiler dünyanın en geniş ancak en dezavantajlı azınlığını oluşturuyorlar, örneğin gelişmekte olan ülkelerde engelli çocukların yüzde 98’i okula gidemiyor.(5) Yerli halklar dünya nüfusunun yüzde 5’ini oluşturuyor, ancak dünyadaki en yoksul nüfusun yüzde 15’ini oluşturuyorlar.(6) Kadınlar dünyadaki çalışma saatlerinin üçte ikisinden ve dünyadaki yiyecek üretiminin yarından sorumlu, fakat dünyadaki toplam gelirin sadece yüzde 10’u kazanıyorlar ve dünyadaki mülkiyetin yüzde 1’inden daha azına sahipler.(7)
Şimdi gelelim “memleketimden ayrımcılık manzaralarına”: Dünyada hal böyleyken gönül rahatlığı içindeki Türkiye’nin “hal-i pür meali” 2009 yılında da hiç iç açıcı değildi. Ayrımcılık tüm boyutlarıyla hızlı bir şekilde seyretmeye devam etti.
Politik söylemlerde ayrımcılık
2008 yılını 2009’a bağlayan son günlerde ve tabiri caizse yılın “son dakika golü” CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman’dan geldi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün etnik kökeni hakkında ileri sürdüğü iddialar ortalığı karıştırdı ve 2009’un ilk günlerine damgasını vurdu. CHP’li Arıtman, TBMM’de gazetecilere 1915 olayları nedeniyle başlatılan “Ermenilerden özür diliyorum” kampanyası hakkında yaptığı değerlendirmede “Gül’ün bu kampanyayı desteklediği görülüyor. Gül’ün anne tarafından etnik kökenini araştırın görürsünüz. Annesinin etnik kökeninin Ermeni olduğunu İzmir’deki meslektaşım, Sayın Gül’ün dayısı İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi’nde Nöroloji uzmanı Dr. Ahmet Satoğlu, asistanlarına söylemiş” iddiasında bulunmuştu. Bunun üzerine ortalık karıştı ve içler acısı bir hal aldı. Gelinen noktada Ermeni olmak hakaret amaçlı kullanılmış, muhatabı da bunu hakaret olarak kabul edip mahkemeye başvurmuş, mahkemede çekinmeksizin bunu hakaret davası olarak ele alıp hukuki incelemeye tabi tutmuştu.
Böylece süreç bir kere daha Ermeni kimliğinin ayaklar altına alınmasıyla sonuçlanmış oldu. Benzer bir durum 2009 yılını 2010’a bağlayan şu son günlerde bir kere daha yaşandı. Bu kez sahalarda CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve hedefinde de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu vardı.
CHP Erzurum İl Başkanlığı’nda bir basın toplantısı düzenleyerek, hükümetin dış politikasını eleştiren Öğüt, ABD’nin en büyük televizyonlarından birinde Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler anlatılırken Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu’nun “Kürdistan” diye gösterildiğini ve New York’ta yayın yapan bir Türk radyosunun bu olayı su yüzüne çıkardığını ifade etmişti. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bu durum karşısındaki tavrını eleştiren Öğüt’ün sözleri siyasi söylemlerdeki ırkçılığın bariz bir örneğini daha verdi:
“Bir nota vermiyor. Hiçbir açıklama yapmıyor. Dışişleri Bakanı sen ne işe yararsın? Senin soyadın Davutoğlu mu, Davutyan mı? Bilelim de. Davutyan’san sen Ermeni açılımı yapıyorsun. Adın ne, soyadın ne? Sen Türk müsün? Türkiye Dışişleri Bakanı mısın? Başbakan niye tepki göstermiyor? Kürdistan diye bölünmüş bir harita kaçıncı defa gösteriliyor, kimsenin kılı kıpırdamıyor.”
Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise Amerikan CBS Televizyonu’ndaki röportajında “Türkiye’de kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum” diyen Fener Rum Patriği Bartholomeos’a yanıt verirken: “Çarmık benzetmesini son derece talihsiz bir benzetme olarak telakki ediyoruz. Bizim tarih ve geleneğimizde hiçbir zaman çarmık olmamıştır, olmayacaktır. Bu benzetmeyi kendisinin olgun şahsiyetiyle bağdaştıramamaktayım.” dedi. Böylece Patrik Bartholomeos’un ne demek istediğini anlamak yerine “dönüşümlü ayrımcılığı” bariz örneklerinden birini sergiledi.
Siyasi söylemlerdeki ayrımcılığın bir diğer örneğini CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen sergiledi. Öymen, 10 Kasım’da Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
“Maalesef bu ülkenin anaları çok ağladı. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse çıkıp ‘bu savaşı bitirelim’ demedi. Kurtuluş Savaşı’nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Kimse ‘analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım’ dedi mi? İlk siz diyorsunuz. Çünkü sizin terörle mücadele cesaretiniz yok.”
Onur Öymen’in bu sözleri Tuncelilerin büyük tepkisini çekti ve Öymen’in Hitler’e benzetilen fotoğrafları çoğaltılarak Tunceli sokaklarına asıldı. Öymen’in sözleri aynı zamanda Alevi vatandaşların da tepkisine neden oldu. Hal böyleyken Aleviler 2009’da da yine sokaklardaydı.
Alevilere yönelik ayrımcılık
Aleviler, geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yılda “ayrımcılığa karşı eşit yurttaşlık” için meydanlardaydı. Alevi Bektaşi Federasyonun çağırısıyla yapılan miting, 8 Kasım 2009’da İstanbul Kadıköy Meydanında gerçekleşti. Ayrımcılığa karşı olan herkesi mitinge çağıran Aleviler, Zorunlu Din Dersinin Kaldırılmasını, Diyanet İşleri Başkanlığının Kaldırılmasını, Asimilasyondan Vazgeçilmesini, Alevi Köylerine Cami Yapılmamasını, İmam Atanmamasını, Madımak’ın Müze olmasını talep ettiler.
Cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliği ayrımcılığı
Kaos Gey-Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos-GL) üç yıldır, 17 Mayıs haftasında, Türkiye’nin başkenti Ankara’da, Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşmayı organize ediyor. 2009 Buluşması ise 17 Mayıs haftasını ve Ankara yerelini aşarak “6 Renk 6 Şehir” adıyla Ankara ile birlikte İzmir, İstanbul, Eskişehir, Diyarbakır ve Van’da 1 Mayıs yürüyüşünden başladı ve 17 Mayıs Homofobi ve Transfobiye Karşı Yürüyüşe kadar devam etti. Yapılan etkinliklerde ayrımcılık ve nefret suçları dile getirildi.
20 Kasım, “Nefret Suçu Mağduru Trans Bireyleri Anma Günü” olarak Türkiye’de iki yıldır yapılan etkinliklerin ilki geçtiğimiz yıl Pembe Hayat LGBTT Derneği tarafından düzenlenmişti. 2009 yılında da “20 Kasım Nefret Suçu Kurbanları Trans Bireyleri Anma Etkinleri” kapsamında İstanbul ve Ankara’da LGBTT örgütleri, Türkiye’de travesti ve transseksüellere karşı giderek artan nefret cinayetlerini tartıştılar. İstanbul’daki etkinlikler İstanbul-LGBTT Sivil Toplum Girişimi, EHP’li LGBTT’ler ve Kadın Kapısı’nın ortak çağrısıyla gerçekleşirken, Ankara’daki etkinlikler Pembe Hayat Derneği tarafından gerçekleştirildi.
LGBTT dernekleri ayrımcılık ve nefret suçlarıyla mücadele ederken, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, 12-16 Ekim 2009 tarihleri arasında Ankara’da toplanan ve “Din ve Toplum” ana başlığı altında “Sosyal Problemler Karşısında Din ve Diyanet” konusunu ele alan IV. Din Şurası kararları açıkladı. Şuranın 19. maddesinde şunlar dendi:
“Kamuoyunda tedirginlik meydana getirecek bir şekilde yayılma istidadı gösteren cinsel davranış bozuklukları karşısında İslam’ın bilinen tavır ve cevabı bütün açıklığıyla belirtilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, insan doğasına aykırı, Müslüman tabiatının hiçbir şekilde kabul edilemez bulduğu her türden cinsel davranış bozukluğu karşısında, toplumun yeterli düzeyde bilgilendirilmesine öncülük etmeli, kişiler hedef gösterilmeden ve rencide edilmeden, sorunların sağlıklı bir şekilde giderilmesi konusundaki girişimlere destek verilmelidir.”(8)
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 16 Ekim 2009 tarihinde Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği’ne kuruluş tüzüğünün 2.maddesinin “genel ahlaka” ve “Türk aile yapısına” aykırı olduğu gerekçesiyle dava açtı. Böylece, Lambda İstanbul’a açılan kapatma davasında Yargıtay’ın vermiş olduğu karara rağmen, Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği Türkiye’de aynı gerekçelerle kapatılması talep edilen dördüncü LGBTT derneği oldu.
Engellilere yönelik ayrımcılık
Ankara’da 16.11.2009’da başlayan 4. Özürlüler Şurası’nda konuşmak isteyen Engelliler Konfederasyonu Başkanı, görme engelli Turan İçli, Başbakan Erdoğan’ın korumalarınca ağzının kapatılıp dışarı çıkarıldı. Bu olay tepki toplarken, Devlet erkânı 3 Aralık Dünya Engelliler Gününde günün anlam ve önemi hakkında konuşmalar yaparken, engelli dernekleri sorunlarını dile getirmek için sokaklara çıkmaya çalıştı. Çalıştı diyorum çünkü 19 Aralık İstanbul Mecidiyeköy’deki Metrobüs durağında “Bir dakika bakar mısınız?” eylemini yapan Özürlüler Vakfı üyeleri uğradıkları ayrımcılığı bir kere daha teyit ettiler. Kimi yolcular, eylem çağrısına destek verirken, merdivenin sıkışmasından ve beklemekten rahatsız olanlar eylemcilere “Burada ne işiniz var”, “Gidin eyleminizi başka yerde yapın”, “Sokağa niye çıkıyorsunuz” diye bağırdı.
Sporda ırkçılık
Avrupa Konseyi’nin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) 21 Mart Uluslararası Irkçılığın Tasfiye Edilmesi Günü nedeniyle, tüm Avrupa hükümetlerine yönelik spor alanında ırksal ayrımcılık ve ırkçılıkla nasıl mücadele edeceklerine dair kapsamlı bir tavsiye kararını (ECRI Genel Politika Tavsiyesi No:12) 19.03.2009’da açıkladı. Ancak bu açıklama Türkiye 2009 Süper Liginde Diyarbakırspor’un gittiği yerlerde ırkçı sloganlara maruz kalmasını engelleyemedi. Bursaspor – Diyarbakırspor maçında ırkçı sloganlara maruz kalan Diyarbakırspor, aynı durumun Gaziantepspor maçında da tekrarlanması üzerine ligden çekilmeyi bile düşündü.
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine dair BM Sözleşmesi (CEDAW) kadına yönelik şiddet konusunda herhangi bir madde içermese de CEDAW Komitesi 19. Nolu Genel Tavsiye’sinde “Cinsiyete dayalı şiddet, kadınların erkeklerle eşit temelde hak ve özgürlüklerden yararlanabilmelerini ciddi şekilde kısıtlayan bir ayrımcılık şeklidir.” demektedir. CEDAW Komitesi tarafından yapılan bu yorumla, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün Ocak 2009’da açıkladığı “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması 2008″deki veriler bir araya geldiğinde oldukça vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz görülebilir. Araştırmaya göre, en az bir kez evlenmiş kadınların yüzde 26 ila yüzde 57’sinin, eşi/birlikte olduğu kişi(ler) tarafından fiziksel veya cinsel şiddet yaşadıklarını göstermiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) aile içi şiddetle ilgili yapılan bir başvuru hakkında 9 Haziran’da kararını verdi: Opuz v. Türkiye (AİHM Kararı; Başvuru No: 33401/02) kararında mahkeme, başvuru sahibinin ve annesinin defalarca şiddete uğramasına ve başvuru sahibinin annesinin öldürülmüş olmasına karşısında yerel makamların yeterli önlemleri almadığını göz önüne alarak, davada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. (yaşam hakkı), 3. (işkence ve kötü muamele yasağı) ve 2. ve 3. maddelerle bağlantılığı olarak 14. maddesinin (ayrımcılık yasağı) ihlal edildiğine karar verdi.
AİHM kararı karşısında hükümet yetkililerin tepkisi ise klasikti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit ve AB’den sorumlu Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış AİHM’nin verdiği kararı hakız buldu. Böylece Türkiye bir kere daha kendi sorunlarıyla yüzleşmek yerine başkalarını suçlamayı tercih etti.
Hükümetin ikircikli tavrı sadece kadına yönelik şiddet konusuyla sınırlı değildi. Her seferinde başörtüsü giyen kadınların hakkını savunduğunu iddia eden hükümet, CEDAW Komitesi 10-28 Ocak 2005 tarihlerinde gerçekleşen, 32. oturumunda hükümetten, başörtüsü giyen kadınların yasak nedeniyle eğitim haklarını kullanmamalarından dolayı ne tür sorunlar yaşadıklarını izlemesini, bunun ilgili olarak detaylı bir bilgi temin etmesini istemişti.
Aradan geçen süre zarfında Komiteye böyle bir bilgi sunulmadı. Bilgi sunulmadığı gibi başörtüsü sorunu muhalefetin laiklik, hükümetin ise dindarlık misyonu arasında sıkışıp kaldı. Sonuçta aynı dindarlık içindeki erkekler ellerini kollarını sağlayarak her yere giderken, başörtüsü giyen kadınlar ya eğitim haklarını kullanamadı veya yasağa uymak zorunda kaldı. Gelinen noktada konu insan haklarının dışına taşındı ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili herhangi bir argüman kullanılmadı.
Kadına yönelik ayrımcılığın en son örneklerinden biri de “Sarıkamış Şehitlerini Anma Bisiklet Turu” sırasında gerçekleşti. Rize Fındıklı’da trafik polislerinin engeline takılan kafiledeki İstanbul Bisiklet İl Temsilcisi Tuna Akyüz, trafik polislerinden birinin kendisine “Sen kadınsın, git evinde otur” dediğini belirtti.
İyi gelişmeler de vardı
Dünyadaki ve Türkiye’deki ayrımcılık sorunu ciddi boyutlarda olmasına rağmen 2009 yılında ayrımcılığın önlenmesi için bazı olumlu adımların atıldığına da tanık olduk. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği “ayrımcılığı sona erdir, çeşitliliği kucakla” sloganıyla, 10 Aralık 2009 İnsan Hakları Gününde ayrımcılığın önlenmesine odaklandı. Konuyla ilgili olarak yapılan etkinlikler çerçevesinde Güney Afrika Pretoria Üniversitesi’nde birinci Dünya İnsan Haklarını Tartışma Mahkemesi kuruldu. 9 Aralık 2009’da toplanan bu “vicdan mahkemesi” dünyanın farklı ülke ve bölgelerinden gelen 20 üniversite öğrencisinin ve uluslar arası insan hakları hukuku alanında çalışan ve ilgili mahkemelerde yargıçlık yapan uzmanların katılımıyla toplandı. İkişerli on grup halinde toplanan mahkeme Livokia ve Gallopia adlı iki hayali ülke üzerinden ayrımcılık konusunda odaklandılar ve ayrımcılığı mahkûm ettiler.
Avrupa Konseyi ise hedef grubunu gazetecilerin oluşturduğu “ayrımcılığa karşı konuş” kampanyasını Avrupa’nın farklı ülke ve kentlerinde yaygınlaştırmak için 2009 yılında da çalışmalarına devam etti. Tüm bu arada bir adım da Türkiye’den geldi. Yeni kabinede Milli Eğitim Bakanı olan Nimet Çubukçu 2009-2010 eğitim yılının başlangıcında bir genelge yayınlayarak ilköğretim ve ortaöğretimde, özel ve devlet okullarında ilk hafta, ayrımcılığın ortada kaldırılması, hoşgörü ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularının işlenmesini istedi.
Eğitim sendikaları konunun gündeme alınmasını olumlu karşılarken, uygulanmasına şüpheyle yaklaştı. Bununla birlikte ayrımcılığın önlenmesi bakımında bu genelge olumlu bir adım olarak kayıtlarımıza geçti.
Bir diğer önemli adım T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, 12-16 Ekim 2009 tarihleri arasında Ankara’da toplanan ve “Din ve Toplum” ana başlığı altında “Sosyal Problemler Karşısında Din ve Diyanet” konusunu ele alan IV. Din Şurası kararları içinde kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesine değindi. Şura kararlarının 18. maddesinde şunlar söylendi:
“Kadınlara yönelik ayrımcılık bugün her alanda fark edilir düzeyde varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Ayrımcılık nerden ve ne şekilde gelirse gelsin asla kabul edilemez. Her şeyden önce İslam, cinsiyet temelli bir ayrımcılığı asla onaylamamaktadır. Uygar dünyada, kültürü, dili, etnik kökeni, cinsiyeti, dini, mezhep ve inancı, inancının gereği olarak sürdürdüğü yaşam biçimi veya giyim kuşamı nedeniyle kimseye, özellikle de kadınlara hiçbir hak mahrumiyeti yaşatılmamalıdır. Bu itibarla, örgün ve yaygın eğitimde ayrım gözetilmeden her bireyin, özellikle de kadınların eğitim ve öğrenim hakkının korunmasına, bütün hak ihlallerine karşı, özellikle kadın hakları, kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, kız çocuklarının okutulması gibi konularda Başkanlık toplumsal bir duyarlılığın oluşmasına katkı sağlamalı ve kadınların din hizmetlerinden daha etkin şekilde yararlanmasına yönelik çalışmalarına hız vermeli; bayan din görevli sayısı artırılmalıdır.”**
Ayrıca Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun 01/07/2009 tarihinde, Astana/Kazakistan’da gerçekleşen, Dünya Geleneksel Dini Liderler 3. Kongresinde, “Dini Liderlerin Hoşgörü, Karşılıklı Saygı ve İşbirliğine Dayanan Dünyanın Kurulmasındaki Rolü” başlıklı sunumu da çok kültürlülüğe yapılan vurgu açısında kayda değerdi.
Gelinen noktada Türkiye haklarla ihlaller arasında cambazlık yapmaya devam etti. Dileğimiz cambazlık yapmak yerine evrensel düzeyde kabul görmüş ve saygın bir yere konmuş olan insan haklarının temel ilkelerinden biri olan “eşitliğin” gerçeklikle buluşmasıdır. (HA/TK)
* Hakan Ataman, insan hakları savunucusu.
** Editörün notu: Bu kararın tamamında “kadın” sözcüğünü kullanan Şura’nın, en sonda “bayan din görevlisi” demesi dikkat çekici. “Erkek din görevlileri için ‘bay’ sözcüğü kullanılıyor mu acaba” sorusu akla geliyor.
(1) High Commissioner: Complacency is discrimination’s best friend, OHCHR.
(2) A.g.e.
(3) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Giriş Kısmı.
(4) An end to discrimination, OHCHR.
(5) UN handbook, From Exclusion to Equality, Realizing the Rights of Persons with Disabilities.
(6) Indigenous People, International Fund for Agricultural Development (IFAD).
(7) World Bank’s World Development Indicators. Ayrıca şuraya da bakılabilir.
(8) IV. DİN ŞURÂSI KARARLARI, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, Tarih: 06.11.2009.
http://bianet.org/bianet/insan-haklari/119232-ayrimcilik-halleriyle-2009-gonlunuz-rahat-olsun