İşkence Sokağa Düştü

İnsan haklarının ağır ihlalini oluşturan işkenceyle mücadele, dönemsel ihtiyaçlardan kaynaklanan kimi taktiklerle değil, ancak tam bir inanç ve kararlılıkla uygulanan stratejik politikalarla olanaklıdır. Hükümet, bu konuda yıllardır çalışmalar yapan uzman insan hakları kuruluşlarının sesine kulak vermeli ve tavsiyelerini yaşama geçirmelidir.

Türkiye’de işkencenin nasıl önleneceği hep tartışılagelen bir konu oldu. Ulusal ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının Türkiye’deki işkence uygulamalarına ilişkin yayımladıkları yüzlerce belge bulmak mümkün. Aslında işkenceyle ilgili neredeyse söylenmedik söz kalmamış. Yetkililer ise öteden beri, işkencenin münferit vakalar şeklinde yaşandığını, şikâyetlerin soruşturulduğunu, işkenceden sorumlu kamu görevlilerinin resmî bir hoşgörü ve korunma ile karşılanmalarının söz konusu olmadığını savunmaktadır.

2000’li yılların başına kadar işkence ve gayri insani uygulamalar, özellikle şüphelilerin sorgulamasında başvurulan temel bir yöntemdi. Uzun gözaltı süreleriyle birlikte, zanlıların gözaltında tutulduğu her saat adeta işkencenin diğer bir adı gibiydi. Kişilerin sadece işkence yapılmak üzere gözaltına alındığı biçiminde bir toplumsal algı ve kanıksama dahi oluşmuştu. Öyle ki Türkiye’nin Güneydoğusu’nda gözaltına alınan biri, başından geçenleri anlatırken; maruz kaldığı işkence uygulamasını değil de, gözaltında kaldığı süreyi ifade etmek için “şu kadar gün işkencede kaldım” şeklinde işkence gerçeğini farkına varmadan yalın şekilde dile getirirdi. Bu arada işkence sadece zanlılardan ikrar /itiraf elde etmek için değil, çoğu kere korkutmak, yıldırmak, cezalandırmak, intikam almak veya nefret saikiyle bir neden olmadan da yapılabilmektedir. Bu nedenle çoğu kez gözaltı mekânları dışında da işkence ve kötü muamelelerin yapıldığına tanık olunmaktaydı. Kısacası işkence uygulamaları o kadar yaygın ve pervasızca yapılıyordu ki, işkence adeta sokağa kadar taşmıştı. 

İŞKENCECİLER KORUNDU

Öte yandan işkenceden sorumlu kamu görevlileri, hem mevzuatın hem de adli ve idari uygulamaların sağladığı koruma altında, bir nevi suç ve cezadan muaftılar. Anılan yıllarda BM Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü Asma Jahangir’in işkence gibi kamu görevlilerinin sorumlu olduğu diğer ağır suçların nasıl cezasız kaldığı ve bu durumun yerleşik bir kültüre dönüştüğünü şu çarpıcı sözlerle Türkiye’yle ilgili raporunda dile getirmişti: “Hukuki yapıdaki boşluklar varlığını korumakta ve zayıf, gelişmemiş bir sistemin avantajlarından yararlanma sanatını iyi bilenler için kaçış yolları sağlamaya devam etmektedir. Bu kaçış yolları gözardı edilerek kabul edilmekte ve giderek cezasızlık kültürünün kurumsallaşmasına yol açmaktadır.” 

Bu karanlık dönemden sonra, Avrupa Birliği (AB)Katılım Ortaklığı Belgesi ve İlerleme Raporları gibi AB resmi belgelerinin ortaya çıktığı 2003-2005 yıllarında işkence uygulamalarının yaygınlığında anlamlı bir düşüş görülmeye başlandı. Özellikle daha önce işkencenin yapıldığı mekânlar olarak yakınılan ve bu açıdan insan hakları örgütleri ve AB çevrelerinin gözlerinin çevrildiği bazı gözaltı merkezlerinde neredeyse işkence şikayetleri gelmemeye başlamıştı.

Bu dönemde;başta gözaltı süresi, tıbbi muayene, şüphelinin avukata ulaşması, işkence suçlarının doğrudan savcılar tarafından soruşturulabilmesi gibi mevzuatta da bir dizi iyileştirici düzenlemeye gidildi. Aslında Türkiye’de işkence olgusu varlığını sürdürüyordu, özellikle örgütlü – politik suçlardan gözaltına alınanlara göre daha az hak arama bilinci ve imkânına sahip adli suçlardan gözaltında tutulan şüphelilere yönelik, bilgi alma amaçlı işkence uygulamalarında pek bir farklılık yaşanmamıştı. Öte yandan genel olarak işkence uygulamalarının niceliğinde belirgin bir azalma görüldüyse de, işkence ve diğer insan hakları ihlallerinden sorumlu kamu görevlilerine sağlanan koruma sona ermemiş, işkence şikâyetlerinin etkili şekilde soruşturulduğuna tanık olunmamıştı.Zaten bu nedenle olsa gerek, kimi insan hakları örgütleri;işkence vakalarının sayısındaki düşüşe rağmen haklı olarak Türkiye’deki işkenceyi “sistematik” olarak nitelemeye devam etti.

2006 yılının ortalarından başlamak üzere,eskiyi aratmayan yoğunlukta işkence yakınmaları tekrar baş gösterdi. İşkenceyi araştırma konusundaki uzmanlığıyla uluslar arası düzeyde saygınlığı olan Türkiye İnsan Hakları Vakfının (TİHV) verileri de işkence vakalarında kaygı verici bir artışa işaret ediyordu. DTP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nınsoru önergesine Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in yazılı cevaplarında da işkencenin özellikle 2007 yılında şaşırtıcı rakamlara ulaştığını, dahası kayıtlara geçen binlerce şikayete rağmen, iddianame düzenlenerek kamu davasına konu olmuş veya kamu davası açılmış ise de, mahkumiyetle sonuçlanmış pek az soruşturma olduğunu gösteriyordu.

Diğer bir ifadeyle “cezasızlık kültürü” hükmünü sürdürüyordu. İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Mazlum- Der gibi insan hakları örgütlerinin de bir süredir işkenceye ilişkin feryatları hak ettiği kadar kamuoyunda yer edinmiyordu. Geçtiğimiz günlerde ülkenin en büyük merkezlerinden İstanbul’da bir gazete dağıtırken gözaltına alınan Engin Çeber adlı bir yurttaşın işkence sonucu yaşamını yitirmesi ile Türkiye’deki işkence gerçeği acı bir biçimde bir tokat gibi yüzümüze çarptı. Türkiye’nin güneydoğusunda ise kısa bir nekahet döneminden sonra işkence bir kez daha sokağa inmeye başlamıştı. Birkaç gün önce Şırnak’ın İdil ilçesinde bir gösteri yürüyüşü nedeniyle gözaltına alınan ve tutuklanan bir grup tutukluya önce İdil Adliye Binası bahçesinde, ardından İdil Devlet Hastanesi koridorlarında işkence uygulamasına Şırnak Barosu’ndan bir grup avukatın başvurusu üzerine İdil Cumhuriyet Savcısı tarafından polis görevlilerine suçüstü yapıldı. Yine Güneydoğu’daki kimi gösteri yürüyüşlerinde çoğunluğu çocuklardan oluşan şüphelilerin gözaltına alınması sırasında el ve kolların kırılmasına varankeyfî şiddet-işkence uygulamalarına ilişkin şikayetler giderek artmaktadır.

Elbette Adalet Bakanı’nın Engin Çeber’in ölümü üzerine ailesinden özür dilemesi ve hâlihazırda soruşturmada kayda değer bazı işlemlerin yapılmış olması, bu güne kadar resmi makamların benzer durumlar karşısındaki alışılagelmiş tutumlarından farklılık arz etmektedir. Ancak aynı tutumun bütün insan hakları ihlalleri karşısında samimi ve kararlılıkla sergilenmesi gerekmektedir. İnsan haklarının ağır ihlalini oluşturan işkenceyle mücadele, dönemsel ihtiyaçlardan kaynaklanan kimi taktiklerle değil, ancak tam bir inanç ve kararlılıkla uygulanan stratejik politikalarla olanaklıdır. Hükümet, “işkenceye sıfır tolerans” taahhüdünde samimi ise bu konuda yıllardır çalışmalar yapan uzman insan hakları kuruluşlarının sesine kulak vermeli ve tavsiyelerini yaşama geçirmelidir. 

İŞKENCEYE ‘SIFIR TOLERANS’ İÇİN

Bunlardan öncellikli olanları özetlemek gerekirse;

* İşkence şikâyetleri, tarafsız ve etkili soruşturulmadan “işkenceye sıfır tolerans” taahhüdü yaşama geçirilemez.

* Gözaltı merkezlerine, vali, kaymakam, cumhuriyet savcısı ve müfettişlerin düzenli ziyaretleri gibietkili iç denetim ile uzman hukukçu ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin yer aldığı bağımsızdış denetim ziyaretlerine izin verilmedir.

* Gözaltı merkezlerine bağımsız dış denetimi öngören BM İşkence Sözleşmesi Seçmeli Protokolü bir an önce onaylanmalıdır.

* İşkence şikayetleriyle ilgili etkili ceza soruşturmasının yanı sıra idari disiplin soruşturmaları etkili şekilde işletilmelidir.

* Gözaltında alınanların devlet memuru olan hekimlerin muayenesi yerine, bağımsız hekimler veya şüphelinin kendi istediği doktora muayenesi sağlanmalı,

* 2006 yılında Terörle Mücadele Yasasında yapılan bir değişiklik ile ilk 24 saatte zanlının avukatıyla görüşmesinin engellenebilmesi uygulamasına son verilmeli,

* Kolluğun toplumsal olaylarda başvurduğu aşırı, ölçüsüz ve keyfî şiddete son verilmelidir. Kısacası BM Özel Raportörünün işaret ettiği “cezasızlık kültüründen”, işkence mağdurları dâhil herkes için adalet kültürünün yerleşmesi için kapsamlı bir strateji oluşturulmalıdır. 

Tahir Elçi
* Avukat-Diyarbakır Barosu / tahirelci@yahoo.com

Bu yazı daha önce Taraf Gazetesinde 01.11.2008 tarihinde yayınlanmıştır.

http://www.taraf.com.tr/haber/20417.htm