‘Eğitim hakkı’, herkesin ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik/sosyal köken, din/politik görüş, yaş/engellilik vb. haline bakmaksızın ücretsiz temel eğitimden yararlanmasıdır. ‘Eğitim özgürlüğü’ ise anne ve babaya, çocuğuna verilecek eğitimin türü hakkında seçme hakkı tanımaktır
HAKAN ATAMAN
08/03/2009
Antalya 3. İdare Mahkemesi, Alevi bir çiftin çocuklarının zorunlu din dersinden muaf tutulması için açtığı davada, konuyu “inanç özgürlüğü” kapsamında değerlendirdi ve öğrencinin “zorunlu din dersinden muaf tutulması” yönünde karar verdi. Böylece Türkiye’de zorunlu din eğitimi tartışmaları yeniden gündeme geldi. Kararın hak temelli bir eksende düşünülüp alınmış olması elbette ki sevindirici. Ancak ben kararın konuyu ana ekseninden kaydırdığı düşüncesindeyim. Uluslararası insan hakları belgelerinden hareketle baktığımızda, ana eksen “inanç özgürlüğü” değil “eğitim hakkı” olmalıydı. Hasan Zengin ve kızı Eylem Zengin tarafından AİHM’e açılan davada, başvurucular benzer nitelikteki bir gerekçeyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve vicdan özgürlüğünü koruyan 9. maddesiyle, eğitim hakkını koruyan Ek 1. Nolu protokolünün 2. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdi. AİHM Ekim 2007’de verdiği söz konusu davada Sözleşmeye Ek 1. Nolu protokolün Eğitim Hakkını koruyan 2. maddesinin ihlal edildiğine ancak 9. maddesiyle ilgili ayrı bir sorunun olmadığına karar vermişti. Aynı yıl AİHM’in Folgerø ve Diğerleri v. Norveç davasında da benzer bir karar verdiğini hemen belirtelim. Peki o halde eğitim hakkı nedir ve neden konuya “din ve inanç özgürlüğü” kapsamında yaklaşılmaması gerekir?
Uluslararası insan hakları belgelerinde eğitim hakkını düzenleyen maddeler eğitimle ilgili ve birbiriyle bağlantılı iki unsuru barındırır. Bunlardan ilki herkesin ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik ya da sosyal köken, din ya da politik görüş, yaş ya da engellilik vb. haline bakmaksızın ücretsiz temel eğitimden yararlanmasını ifade eden “eğitim hakkı”. Diğeri ise çocuklarına verilecek eğitimin türü hakkında öncelikle anne ve babaya seçme hakkı tanıyan “eğitim özgürlüğü”dür. Eğitim hakkı tartışma götürmeyecek kadar gayet açık ve nettir: Devlet ilköğretimi sağlamakla yükümlüdür ve ilköğretim parasızdır. Eğitim özgürlüğü devletin eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dini, ahlaki inançlarına, felsefi görüşlerine ve diğer kültürel özelliklerine uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme hakkını içerir. Bu haliyle “inanç özgürlüğü”nü de içerir ama daha geniştir. Ancak sınırsız değildir. Devletlerin özel eğitim kurumlarının kurulması ve idaresi ile ilgili sınırlandırma yetkisi vardır. Hepsinden önemlisi, ister özel isterse kamu olsun eğitimin içeriği uluslararası düzeyde kabul görmüş insan hakları belgeleriyle uyumlu olmak zorundadır.
BM Eğitim Hakkı Özel Raportörleri bu konuyu 4A şemasına göre inceliyorler. “4A” şeması mevcudiyet (availability), erişilebilirlik (accessiblity), kabul edilebilirlik (acceptability), uyum sağlayabilme (adaptability) kavramlarının İngilizce’sine karşılık gelen ve “A” harfiyle başlayan dört kavramı ifade ediyor. Bu kavramlardan mevcudiyet ve erişilebilirlik eğitim hakkıyla ilgili. Mevcudiyet insan haklarıyla ilgili yükümlülüklere uygun bütçe tahsisatını, okul çağına gelmiş çocuklara uygun okulları (sayı ve çeşitlilik), öğretmenlerin statüsünü (eğitim ve öğretim, işe alma, işçi hakları, sendikal özgürlükler) vb. konuları kapsarken; erişilebilirlik yasal ve idari engellerin tasfiye edilmesini, -finanssal engellerin tasfiye edilmesini, erişimi engelleyen ayrımcılığın tanımlanması ve tasfiye edilmesini, zorunlu eğitime yönelik engellerin tasfiye edilmesi (ücretler, uzaklık, zaman) vb. konuları içerir. Kabul edilebilirlik ve uyum sağlayabilme ise eğitimdeki hakları ve eğitim yoluyla hakları tanımlar. Yani eğitim özgürlüğüyle ilgilidir. Kabul edilebilirlik çocuklarının eğitimiyle ilgili olarak ailenin seçimini (insan haklarıyla uyumlu bir biçimde), minimum standartların uygulanmasını (kalite, güvenlik, çevre sağlığı), dil öğrenimini, ifade özgürlüğünü, çocuk haklarının tanınmasını içerirken; uyum sağlayabilme ise çocuğun eğitime uyumundan çok eğitimin çocuğa uyum sağlamasını öngörerek azınlık çocuklarının, çalışan çocukların, göçmen ve gezgin çocukların haklarını, yaşa bağlı haklara uyumu, çocuk evliliğinin tasfiye edilmesini, çocuk işçiliğinin tefsiye edilmesini ve çocuk askerlerin önlenmesini içerir. Bu nedenle eğitim hakkı ve eğitim özgürlüğü birbirini tamamlayan bir bütündür. Yani biri olmadan diğeri olmayacağı gibi biri diğerine tercih edilemez.
Bizde durum acıklı
Türkiye’de ise gerek eğitim hakkının, gerekse eğitim özgürlüğünün ayaklar altında olduğunu söylemek mümkün. Okulda şiddet, bütçe tahsisatı, eğitimde ayrımcılık, ders kitaplarının ve materyallerinin insan haklarına aykırı içerikleri. İdarenin ve yargının konuya sağlıksız bakışı bunun başlıca nedenleridir. Zorunlu din dersi de bunun bir parçası. Hepsinden önemlisi, uluslararası insan hakları belgeleri ve AİHM kararları din dersine karşı değil. Bilakis din eğitimini garanti altına aldı. Sorun dersin zorunlu olması ve içeriğidir. Ancak Türkiye’de sorunlu olan içerik sadece din eğitimine ait değil. Son olarak yaşanan Sarı Gelin rezaleti bunun somut bir göstergesi. Diğer bir gösterge de Tarih Vakfı’nın yaptığı araştırma. Ders Kitaplarında İnsan Hakları projesinin devamı niteliğinde olan ve 2009 yılında başlatılan DKİH-II projesinin ilk bulguları sonucunda kitaplar yine insan hakları ölçütleri açısından hayli sorunlu bulundu. Ayrıca Eğitim Reformu Girişimi’nin hazırladığı son rapor, Türkiye’de eğitim alanında yaşanan adaletsizliği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Rapora göre en zengin kesim en yoksul kesimin 21 katı eğitim harcaması yapıyor. En yoksul kesimin sadece binde 4’ü yükseköğretime erişebiliyor.
Peki ya başörtüsü? Siyasi partiler yeni açılımlar yapadursun, başörtüsü takan kadınların ve kız çocuklarının eğitim hakkı, Türkiye’de ciddi bir problem olarak halen devam ediyor. Konu BM Özel Raportörü’nün ve CEDAW Komitesi’nin de daha önce dikkatini çekmişti. Özel raportör toplumsal cinsiyet eşitliği kapsamında olumlu tavsiyelerde bulunmuş, CEDAW Komitesi ise Türkiye’den bu konuda rapor istemişti. Türkiye tavsiyelere uymadığı gibi CEDAW Komitesi’ne raporunu da göndermedi. Konuya muhalefet laiklik, iktidar ise din özgürlüğü çerçevesinde bakmaya devam etti. Eğitimde ayrımcılığın önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, birkaç sivil toplum örgütünün dışında, kimsenin söylemine yansımadı. Sonuçta başörtüsü, siyasi partilerin rant elde etmek için çözümsüz kalmasından memnun oldukları bir konu haline geldi.
Sonuç olarak, BM özel raportörünün de belirttiği gibi eğitim hakkı bir çarpandır. Eğitim yadsındığı ya da kısıtlandığı zaman, özellikle istihdam ve kendi kendini istihdamla ilgili her şeyi tehlikeye sokarken, etkili bir şekilde garanti edildiğinde diğer hakları ve özgürlükleri de artırıyor. O halde seçim yapmanın zamanı geldi!
Bu yazı daha önce 08/03/2009 tarihli Radikal 2’de yayınlanmıştır