İşkenceyi Uzmanlık Yener

Sayın Recep Tayyip Erdoğan “işkenceyle mücadelenin” öncelikli hedefleri olduğunu söyledi. Her ne kadar kurulan hükümete atanan bakanlar insana bu sözün de bir temenni düzeyini aşamayacağı izlenimi verse de, ilk defa bu kadar somut bir biçimde işkencenin hedef alınmış olmasını önemsemek gerektiğini düşünüyorum. İşkenceyle mücadele eden bütün kişi ve kurumlar, bu sözün takipçisi olmalı; bunu bir taahhüt kabul edip, hükümete işkencenin önlenmesi için somut plan ve projeler sunmalıdır. Ben de bu vesileyle, bir tür sesli düşünerek, kendi önerilerimi bu açık mektupla AK Parti hükümetine sunmak istiyorum.

Kişi güvenliği mahkemeleri
Nasıl ki organize suçla (mafya, terör) mücadele etmek, özel uzmanlık gerektiren bir alan olarak kabul ediliyor ise, işkenceyle mücadele de özel uzmanlık gerektiren bir alan olarak değerlendirilmelidir. Kendi savcılık makamı, kendisine bağlı ayrı bir kolluk gücü bulunan ihtisas mahkemeleri kurulmalı; bu mahkemelerde görev yapan savcı ve hakimler, gelebilecek her türlü misilleme ve gözdağına karşı özel güvencelerle donatılmalıdır. Yine bu mahkemelere seçilecek hakim ve savcılar özel bir eğitimle “işkence” konusunda uzmanlaşmalı ve konuya ilişkin uluslararası gelişmeleri takip edebilmelidir.

İki dereceli yargılama
Ayrıca Ceza yargılamasında Anglo-Sakson hukukundakine benzer iki dereceli yargılama sistemi bir alternatif olarak değerlendirilmelidir. Yani bir ceza davası açılmak istendiğinde ilk aşamada delillerin değerlendirilmesi, ikinci aşamada ise esas yargılamaya başlanması söz konusu olabilir. Delillerin değerlendirilmesi aşamasında öncelikle delillerin hukuka uygun bir şekilde toplanıp toplanmadığının tespit edilmesi, ardından da hukukilik testini geçen delillerin bir ceza davası açmaya yetecek oranda olup olmadığının değerlendirilmesi söz konusu olacaktır. Böylece hukuka aykırı (örneğin işkenceyle) elde edilmiş deliller, sanığın yargılandığı asıl davada kullanılamayacaktır.

Çapraz Sorgu
Savcı ve avukatın fevkalâde pasif bir rol oynadığı mevcut ceza yargılaması sisteminin işkenceye çanak tuttuğu unutulmamalıdır. Ceza yargılaması sırasında son derece pasif bir rol üstlenen savcılarımız büyük oranda güvenlik güçlerince toplanan delillere bel bağlamaktadırlar. İddia ve savunmanın eşit bir biçimde mücadele ettiği çapraz sorgu sisteminin benimsenmesi, hem çok ciddi bir hazırlık gerektirmesi, hem de bütün yargılama boyunca aktif bir katılımı zorunlu kılması nedeniyle savcıları sadece zabıtaca toplanmış delillere dayanmak kolaycılığından / külfetinden kurtaracağından işkenceyle mücadelede ciddi bir araç sunacaktır. Çapraz sorgunun sadece jürili sistemlere özgü bir muhakeme biçimi olduğunu öne sürerek bu konuda ayak diretmek doğru değildir. Türkiye’de nasıl uygulanabileceğine dair fikir yürütmek isteyenler Kuzey Kıbrıs Ceza Muhakemesi sistemine bakabilecekleri gibi, bizzat Türkiye’nin yargılandığı davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gerçekleştirdiği “olgu bulgulama” duruşmalarına da bir göz atabilirler.

Kademeli suç ve ceza
İşkence suçu Türk Ceza Kanununun 243. Maddesinde düzenlenmiş bulunuyor. Ancak bu maddede aynı zamanda “gayri insani” ve “haysiyet kırıcı” muamelelerden de bahsedilmektedir. Bu tür bir derecelendirme uluslararası hukuka uygun olmakla birlikte, bunların ne anlama geldiğinin açıkça belirtilmemesi ve hangi suç için ne ceza verileceğinin net bir biçimde ortaya konmaması uygulamada pek çok sorun ortaya koyuyor. Kanun koyucu, genel olarak bu konuda dava açmakta gönülsüz davranan savcılarımız ve ceza vermekte zorlanan mahkemelerimize, net kriterlerle neyin işkence, neyin gayri insani veya haysiyet kırıcı olduğunu ve bunların cezalarının neler olacağını açıkça belirtmelidir. İşkenceyi sadece mağdur üzerinde fiziksel olarak şiddet kullanmaktan ibaret sayan anlayış değişmeli, işkencenin psikolojik de olabileceği ve bazen sadece alıkoyma koşullarının tek başına insanlık dışı olabileceği kabul edilmelidir. Ayrıca, işkencenin her zaman kapalı kapılar ardında yapıldığı ve tanığının bulunmasının çok zor olduğu kabul edilerek, bazı durumlarda “ispat külfeti” tersine çevrilmelidir. Mesela, göz altına alındığında herhangi bir yara bere taşımayan ancak salıverildiğinde ya da cezaevine gönderildiğinde üzerinde yara bere bulunan kişiler için bunun bir işkence veya kötü muamele sonucu meydana geldiği (aksi ispatlanıncaya kadar) kabul edilmelidir.

Yüz kızartıcı suç
İşkence “yüz kızartıcı” bir suç olarak kabul edilmelidir. Bunun sonucu olarak bir güvenlik görevlisi hırsızlık, rüşvet, irtikap v.d gibi “yüz kızartıcı” bir suçla itham edildiğinde ve mahkum olduğunda meydana gelen yaptırımlar ve kısıtlamalar işkence suçu içinde söz konusu olmalıdır. Böylesi bir düzenleme işkencenin ahlaki açıdan da kınanırlığını ortaya koyacaktır. Yine bu bakış açısıyla, işkence suçuna ilişkin zaman aşımı süreleri ortadan kaldırılmalıdır.

Karakol ziyaretleri
İngiltere, İrlanda, Macaristan, Güney Afrika ve Hollanda’da uygulanmakta olan karakol ziyaretleri sistemi, “Türkiye gerçekleri” de göz önüne alınarak uyarlanmış bir biçimde uygulamaya konmalıdır. İngiltere de uygulanmakta olan ve “vatandaş ziyaretleri” adı verilen sisteme göre, her mahallede o mahalle sakinlerinden bir liste oluşturulmakta ve bu kişiler önceden bildirimde bulunmaksızın, diledikleri bir saatte mahalle karakolunu ziyaret edip denetlemektedirler. Bu denetim sırasında gözetim merkezindeki her yere girebildikleri gibi, bütün evrakları inceleyebilmekte ve o esnada gözlem altında tutulan kişilerle görüşebilmektedirler. Ziyaretçilerin hazırladıkları raporlar büyük bir dikkatle ele alınmakta, gerektiğinde idari ve adli soruşturmaya yol açabilmektedir. Türkiye’de “vatandaşın” çok çabuk caydırılabileceği göz önüne alınarak, insan hakları örgütleri ve meslek örgütlerinin üyelerinden oluşturulacak grupların gözetim merkezlerini bildirimsiz olarak denetleyebileceği bir sistem oluşturulabilir. Tabi ki böylesi bir durum sanık haklarını en üst düzeyde koruyan, bir avukatın hukuki yardımından yararlanma hakkının alternatifi olarak değerlendirilmemelidir.

Polis sendikaları
Türkiye’de güvenlik güçlerinin kendilerini devletin cisimleşmiş, ete kemiğe bürünmüş hali olarak gördükleri; işkencenin çoğu zaman “devletin ali” menfaatleri için yapıldığı unutulmamalıdır. Ayrıca böylesi bir özdeşim güvenlik güçlerinin kendilerini “adalet dağıtıcı” olarak görmesine de yol açmaktadır. “Devlet” denen soyut varlıkla bu tür bir özdeşimin kırılması işkence ve kötü muamelenin önlenmesinde önemli bir adım olacaktır. Polis sendikalarının kurulmasına izin verilmesi bu konuda atılacak iyi bir adım olabilir. Sendikalaşan polis grup ya da amir baskısına karşı da daha direngen olabilecektir. Ayrıca sendikalaşma polisin öz denetim mekanizmaları geliştirmesi bakımından da işlevsel olabilir.

Sonuç
Yukarıdakilere ek olarak adli tıp kurumunda yapılacak reformlar; polisin modern sorgulama ve delil toplama yöntemleri konusunda eğitimi; ombudsmanlık kurumu oluşturulması v.d gibi pek çok hususta değerlendirilmelidir. Ancak işkencenin ortadan kaldırılmasının asıl olarak bir zihniyet devrimi gerektirdiği hiç hatırdan çıkarılmamalıdır. Bu zihniyet devriminin ilk adımı “işkenceyi” olduğu gibi, yani son derece yakıcı bir sorun olarak görebilmek ve onu herhangi bir şeyin (örneğin Avrupa Birliği’ne uyumun) bir parçası olarak değerlendirmemekten geçiyor. Türkiye’de işkenceyi sadece tarihçilerin ilgilendiği bir konu haline getirmek imkansız değil, ancak olağanüstü bir kararlılık; uzak görüşlülük; çok yönlü düşünebilmek gibi siyasi kültürümüzün çok da nasibini almadığı bazı hasletleri gerektiriyor. Türkiye’nin işkenceyi aşması, Tanzimat’tan bu yana benimsediği “mış gibi” yapma alışkanlığını, yani kendisini aşması demektir. Yepyeni bir Türkiye demektir!

ORHAN KEMAL CENGİZ
Bu yazı Radikal Gazetesinin 26.11.2002 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.