Milliyetçi Sol ve İnsan Hakları

Bu makale Birikim dergisinin Ocak 2005 sayısında yayınlanmıştır.

İzmir Barosu yönetimine, 4800 olan mevcut üye sayısının % 25’inin oylarıyla iki ay önce seçilen başkan Nevzat Erdemir ve 10 arkadaşı, 7.12.2004 günlü kararıyla; Baro İşkencenin Önlenmesi Grubu’nu ortadan kaldırdı. Aynı kararla, AB Komisyonu’ndan destekle yürütülen “İşkencenin Önlenmesinde Hukukçuların Rolü Projesi” durduruldu. 1970’li yıllarda Baro yönetimlerine ve teknik meslek odalarına yöneltilen en büyük eleştiri, “üyelerinin meslekî sorunlarını bir tarafa bırakıp siyasetle uğraşmaları” idi.

Baroların iki yılda bir seçilen başkan ve yönetim kurulu üyeleri elbette Avukatlık Kanunu çerçevesinde avukatların hak ve menfaatlerini koruyacak, onların mesleki gelişim ve dayanışması için çaba harcayacaktı. Nitekim Baro yönetimleri bu işlevlerini olanaklar elverdiği ölçüde yapmaya çalışıyorlardı.

Baroların gündeminin yalnızca meslekî sorunlar olması gerektiğini ileri süren muhafazakâr avukatlar, özellikle Avrupa’da baroların medeni ve siyasî hakların yerleştirilmesi, yaygınlaştırılması ve en önemlisi uygulanması alanında ciddi ve aktif bir rol oynadıklarından habersizdiler.

7 Eylül 1990 günlü BM-Havana-Avukatların Rolüne Dair Temel İlkeler Beyannamesinin başlangıç bölümünde referans olarak, “BM-İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ve “BM-Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslar arası Sözleşmesi” ile ” BM-Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi” (İkiz Sözleşmeler), alınmıştı. Avukatların Rolüne Dair Havana Beyannamesinin 14. maddesine göre; Avukatlar, müvekillerinin haklarını korurken ve adaletin gerçekleşmesine çalışırken, ulusal ve uluslararası hukukun tanıdığı insan haklarını ve temel özgürlükleri yüceltmeye çalışırlar (…) 23. maddeye göre; Avukatlar özellikle, hukukla, adalet sistemiyle ve insan haklarının geliştirilmesi ve korunması ile ilgili konularda kamusal tartışmalara katılma (…) hakkına sahiptir.
Bazı avukatlar ve onları destekleyen muhafazakâr çevrelerin önemsemediği veya yok saydıkları askerî darbeler, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, düşüncenin açıklanmasına yönelik ağır cezalar ve karakollarda, gözetim yerlerinde işkence ve pek fena muameleler sanki hayal mahsulü senaryolardı. Onlara göre; Avukatlar, ve barolar yalnızca meslek sorunlarıyla ilgilenecek, insan hakları ihlâllerini ise ilgilileri takip edecekti. Zaten, karakollarda işkence iddiaları münferit olaylardı ve devleti yıpratmak için çıkarılan söylentilerdi.

Bu ülkede aşırı millliyetçilik ve dincilik akımının Sivas’ta, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da nasıl korkunç saldırılar düzenlediğini, insanların yaşam haklarının devlet desteğiyle sona erdirildiğini unutmuş görünüyorlar. Türk-İslam sentezinin 12 Eylülün faşist generalleri tarafından devlet politikası ilân edildiğini ve o dönemde yüzbinlerce yurttaşın işkence ve pek fena muamele ile karşılaştığını unutmayalım.

1990’larda, temel hak ve özgürlüklere evrensel açıdan bakmayı reddeden ve ulusal sınırlar içinde çare arayan avukatlar, İstanbul ve İzmir Barolarında Çağdaş Grup’tan kopmaya ve ulusalcı bir söylem geliştirmeye başladılar. Örneğin, Kıbrıs meselesinde Denktaş’a destek, AB’ye düşmanlık, İkiz Sözleşmelerin iptal edilmesi vb. gibi.

Burada ciddi bir paradoks yaşanıyor. Onlarca yıldır, avukatların meslek sorunlarından başka ülke ve dünya işlerine karışmamaları yolunda politika yapan solcu ve sağcı muhafazakârlar, bu defa Kıbrıs ve AB süreci, Sevr/Lozan gibi ulusal ve uluslararası politikanın önemli gündem maddelerine hararetle sarıldılar. Sakın yanlış anlaşılmasın. Bu satırların yazarı, bu alanların siyasî partilere, think-tank kuruluşlarına ve akademisyenlere ait olmadığını ve baroların da müdahil olmaları gerektiğini düşünmektedir. Yalnızca, muhafazakar avukatların seçim beyannameleri ve uygulamaları arasındaki bu ilginç çelişkiyi belirtmek istedim.

Ulusalcı (milliyetçi) sol görüşü benimseyen avukatlar yaklaşık 10 yıldır süren ciddi bir örgütlenmeyle “Cumhuriyetçi Avukatlar Grubu” adı altında İzmir Barosu seçimlerini kazandılar. Ve ilk icraatları da İzmir Barosunun çeyrek yüzyıllık “insan haklarını korumak ve yaşama geçirmek” geleneğini yıkmak oldu. Konuya yabancı olanlar için yeni Baro Yönetiminin ortadan kaldırdığı kurumsal yapıların temel amaç ve işlevlerine bir göz atalım. Ve böylece yeni yönetimin gerçek niyetini anlayalım.

İZMİR BAROSU İŞKENCEYİ ÖNLEME GRUBU (İÖG)
Bazıları istedikleri kadar ülkemizde karakollarda işkence ve pek fena muamelenin münferit olduğunu, insan hakları kuruluşlarının bu münferit olayları abarttıklarını iddia etsinler, ülkemizde bu insanlık suçlarını yakından takip eden sivil toplum kuruluşlarının ve uzmanların ortak kanaatine göre, “Türkiye’de işkence ve pek fena muamele olgusu son yıllarda azalmakla birlikte sistematik ve yaygındır.” Özellikle, işkence yapan ve onlara göz yuman kamu görevlilerinin doğru dürüst ceza almamaları ve hattâ taltif edilmeleri geleneği bu durumu gayet açık ve seçik bir biçimde izah etmektedir.

2000-2002 İzmir Barosu Yönetimi, İzmir ve Ege Bölgesinde Emniyet ve Jandarma gözetim birimlerinde süregelen işkence ve pek fena muamele olaylarını sistemli ve yaygın bir biçimde izlemek, anında müdahale etmek, adli tıp/sorgulama/şikâyet/dava aşamalarında mağdur vekili olarak bulunmak amacıyla 10 Aralık 2001 günü 30 civarında gönüllü avukatla yola koyuldu. Elbette, baronun geçmişteki geleneksel insan hakları mücadelesi birikim ve deneyimlerinin bu örgütlenmeye katkısı tartışmasızdır.

İÖG, Baro Yönetim Kurulu’ndan koordinatör bir üyenin katılımıyla her hafta Pazartesi günleri toplanmakta, işkence ve pek fena muamele mağdurlarının başvurularını değerlendirmektedir. Başvuruların İÖG’ye iletilmesi için İzmir kentinde yoğun bir tanıtım kampanyası düzenelenmiştir. Grup üyelerine 24 saat iletişim olanağı veren cep telefonları, belediye otobüsleri ve vapur iskelelerinde afişlerle ilân edilmiş, basın kanalıyla Grubun varlığı ve işlevleri kent yurttaşlarına anlatılmıştır.

İşkence ve pek fena muamele mağdurları, doğrudan İÖG’ye başvurmakla birlikte diğer insan hakları kurumları veya avukatlar kanalıyla da talepte bulunmaktadırlar. Burada gönüllü görev alan avukatlar, ulusal ve uluslararası insan hakları mevzuatı, ceza yargılaması ve adli tıp, memur hukuku alanlarında sürekli seminer ve toplantılarla uzmanlaşmışlardır. Bu bakımdan, başvuru üzerine ilk müdahale, adli tıp veya alternatif tıp raporunun alınması, Savcılık ve Emniyet nezdindeki temaslar, şikâyet dosyasının açılması, delillerin toplanması, işkencecilerin yargılandığı davalarda müdahale gibi fevkalade bilgi, birikim sabır ve heyecan gerektiren olayları gönüllü uzman avukatlar üstlenmeye başlamışlardır.

İzmir kentinde yurttaşlar ve özellikle şiddet kültürü kurbanları, gece ve gündüz hiç çekinmeden şikâyetlerini iletecek ve sonuna kadar kendilerini koruyacak ve işkencecilerden yargı önünde hesap soracak sistemli bir hukuksal örgütlenme ile tanıştılar. İÖG içerisinde 70 kadar gönüllü avukat ve adli yardım kapsamında işkencenin önlenmesi konusunda yapılan atölye çalışmalarına katılmış 250 avukat bulunmaktadır. İzmir Barosu bünyesinde oluşturulan İÖG’nin sistemli çalışmaları ile İzmir Polis ve Jandarmasına ait gözetim yerlerinde fevkalade etkili ve caydırıcı bir sivil denetim sağlanmıştır. Bu alandaki ihlallerde ve başvurularda azalma meydana gelmiştir.

Kuruluş tarihinden kapatılma kararına kadar İÖG’ye başvuran mağdur sayısı 575’tir. İÖG’nin takip ettiği dosya sayısı 334 adet olup, bunlardan 110 adedinde işkence ve pek fena muamelede bulunan kamu görevlileri hakkında ceza davası açılması sağlanmıştır.

İÖG, yukarıda anlatılan izleme ve müdahale çalışmaları yanı sıra adliyedeki işkence ve pek fena muamele dosyalarını tarama ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşma, dökümantasyon, çeviri, adli tıp kursları, raporlar, karakol ziyaretleri gibi alanlarda da işlevini yerine getirmektedir.

İŞKENCENİN ÖNLENMESİNDE HUKUKÇULARIN ROLÜ AB PROJESİ
İzmir Barosu geçmişte 1995 ve 1996’da AB Komisyonu’ndan aldığı destekle yürüttüğü insan hakları ve demokrasi projeleri çerçevesinde; okullarda insan hakları eğitimi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Mahkemesinin baro üyelerine tanıtılması, BM ve Avrupa Konseyi İşkence Önleme Sözleşmeleri ve uygulaması hakkında konferanslar ve paneller gibi çok yararlı ve etkili faaliyetlerde bulunmuştur. Bu sayede bazı İzmirli avukatlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurunun hukuksal inceliklerini öğrenmişler ve hatta bu alanda uzmanlaşmışlardır.

2001 yılında ise Avrupa Konseyi’nden alınan bir destekle İzmirli hakim ve savcılara AİHM’den gelen hakim ve hukukçular tarafından AİHM ve AİHS konularında aktif katılımlı seminerler verilmiştir. Türkiye’de ilk kez düzenlenen bu seminer çalışmaları ile İzmir Barosu, uluslararası temas ve deneyimlerinde önemli bir prestij kazanmıştır.

2000-2002 Baro Yönetimi tarafından hazırlanan ve AB Komisyonu’na sunulan İşkencenin Önlenmesinde Hukukçuların Rolü Projesi (İÖP), 2002-2004 Yönetimi tarafından imzalanmış ve 5.8.2003 tarihinde uygulamaya konulmuştur. Bu arada yapılan iki genel kurulda proje ile ilgili ciddi bir itiraz gelmemiş ve son genel kurulda bütün bu faaliyetler oybirliği ile onanmıştır. İÖP; eğitim, aktif önleme, yardım, araştırma ve yayınlar olmak üzre dört ana bölümden oluşmaktadır. 472.000 euro tutarındaki bütçenin % 80’i AB Komisyonu, % 20’si İzmir Barosu (daha ziyade ayni katkılarla) karşılanmaktadır. Proje ekibinde beşi hukukçu olan 6 kişi profesyonel olarak çalışmaktadır.

İÖP çerçevesinde 14.10.2003-1.1.2004 tarihleri arasında “Şiddet, Kötü Muamele ve İşkenceye İlişkin Değerlendirmeler, Tutumlar ve Deneyimler” çalışmasını Ege Üniversitesinden Doç.Dr. Melek Göregenli ve Psikoloji Bölümü öğrencileri yürütmüş ve 1033 yurttaş ile yapılan anketlerle birlikte çok değerli bir rapor, kitap haline getirilip yayımlanmıştır. Sayın Göregenli’nin benzer yöntemlerle savcı, avukat, hakim ve işkence mağdurları ile yaptığı ikinci bir çalışma tamamlanmış olup yayına hazır olarak bekletilmektedir.

Ayrıca 1993-2003 yılları arasında meydana gelen işkence ve pek fena muamelelerine ait yüzlerce dosya avukatlar tarafından taranmış, değerlendirme raporları hazırlanmış ve yayına hazır hale gelmiştir.

İÖG ve Adli Yardım Servisi tarafından başlatılan işkence mağdurlarına hukuksal yardım hizmeti, İÖP kapsamında devam ettirilmiştir. İÖP tarafından çok sayıda kent barosunda seminerler, paneller, kurslar düzenlenmiştir. Hukuksal yardım koordinatörleri aynı zamanda İÖG’nin sekreterya ve iletişim faaliyetlerine katkıda bulunmaktadırlar. Proje faaliyetleri hakkında her ay ingilizce/Türkçe bültenler, yayımlanmaktadır.

Şu anda İÖP 2003 Çalışma Raporu, Dosya tarama sonuçları raporu; İşkencenin Önlenmesi El Kitabı, Doç. Melek Göregenli’nin ikinci çalışmasının raporu ve sair afiş, broşür kitapçıklar yayın aşamasına kadar gelmiştir. Yaklaşık 15.000 adet civarında kitap/kitapçık basımı durdurulmuştır.

İÖP çalışmalarının yaklaşık % 70’lik bölümü tamamlanmıştır. Yeni Yönetim Kurulu, 24 aylık projenin 15. ayında, ürünlerin alınmaya başlandığı bir dönemde, projeyi durdurma ve AB Komisyonu ile yapılacak yazışmadan sonra sonlandırma kararı almıştır.

Çiçeği burnundaki Yönetim Kurulu, bu kararla ilgili 13.12.2004 günlü açıklamasında özetle; geçmiş dönem başkanı (2002-2004) Av. Bahattin Acar ile Y.K üyeleri Av. Ahmet Hamdi Yıldırım ve Av. Hasan Yalçın’ın karşı oylarına rağmen projenin uygulamasına geçildiğini, AB fonları ile yürütülen projenin baroya vesayet getirdiğini, AB ülkelerinin empeyalist ve işgâlci olduğunu, AB belgelerinde ülkede Kürdistan kurulacağını, Kıbrıs’ın elden çıkacağını, Ermeni soykırımının tanınacağını, Lozan’ın geçersiz olduğunu, azınlıkların kendi derneklerini, partilerini, okullarını, kuracağını, ve ikiz sözleşmeler gibi uygulamalarla ülkenin felakete sürüklenmesi gerekçesi ile AB projesini durdurma kararını aldıklarını, belirtmişlerdir.

Burada ilginç olan, zaten % 70’i tamamlanmış ve yaklaşık 9 ay sonra bitecek İÖP faaliyetleri, AB desteği olduğu gerekçesi ile durdurulurken, 3 yıldır gönüllü olarak faaliyetine devam eden İÖG’nin “baro içinde baro olmaz” gerekçesi ile iptal edilmesidir.

Milliyetçi sol rüzgarlar etkisi altında olan ve yönetimin oluşumunda hiç de azımsanmıyacak payı ve etkisi olan Doğu Perinçek-Mümtaz Soysal-Sadettin Tantan Partileri ile bir kısım CHP/DSP temsilcilerinin etkide bulunduğu milliyetçi solcu avukatlar, İzmir Barosunun ilerici ve çağdaş rotasını değiştirmeye başlamışlardır. Bu değişimle, AB karşıtlığı, Kürt meselesi, Kıbrıs ve Denktaş, Lozan/Sevr, Ermeni meselesi, ikiz sözleşmeler gündeme getirilmekte, sürekli bunların üzerinden propaganda yapılmakta ve milliyetçi ve şoven bir yaklaşımla baroların insan hakları mücadelesi rafa kaldırılmaktadır.

İzmir Barosunun, BM, AGİT, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumlarla, adalet sistemi ve insan hakları alanlarında temas, işbirliği, ortak proje geliştirme faaliyetlerine daima “baroların ve avukatların bağımsızlığı” açısından bakılmış ve başarılı faaliyetlerde bulunulmuştur. Bu projeler sonucunda hazırlanan raporları “emperyalist ülkelere jurnallama” olarak niteleyen ulusal solcu zihniyet temsilcilerinin, KAMUSEN yöneticilerinin politika ve eylemleri ile aynı paralelde olduklarını rahatça ifade edebiliriz.

Sonuç olarak, evrensel insan hakları mücadelesi ile doğan ve bütünleşen savunma mesleğini, milliyetçi ve şoven politikalarla yozlaştırmaya çalışan ve onlarca yılda elde edilen birikimleri yok etmeye kararlı görülen milliyetçi sol rüzgârla esip gürleyen yeni baro yönetimleriyle yaşamın her alanında sistemli mücadelenin etkinleştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda İzmir Barosu İşkenceyi Önleme Grubunun kapatılmasının temelinde avukatların insan haklarına evrensel veya ulusal açıdan bakışı ve duruşu bulunmaktadır.

Ne diyelim. Rüzgâr eken, fırtına biçer.

ZEKİ NOYAN ÖZKAN
Hukukçu