Önce Adalet

Fransız halkı adaletsizlik pahasına da olsa korunmalı.

Maurice Barres

Son günlerde Mersin’de Newroz kutlamalarındaki olaylara ilişkin yaşları 12 ile 17 arasında değişen 6 çocuğun tutuklanması sonrasında basında çıkan haberler, 1890’lı yıllarda Yahudi kökenli yüzbaşı Dreyfus’un yargılanması esnasındaki Zola ve Barres karşıtlığını anımsatıyor.

Hatırlanacağı gibi, Dreyfus davası Fransız aydınlarını ikiye bölmüştü. Barres yanlıları en önemli değerin Fransız milliyetçiliği ve vatanseverliği olduğunu düşünürken, Zola yanlıları önce adalet diyerek Dreyfus’un yeniden ve adil yargılanmasını istiyorlardı. Zola yanlılarının tezi galip geldi ve Dreyfus yeniden yargılandı. Ancak, Zola bunu göremeden bir milliyetçi tarafından öldürüldü.

1890’lı yılların Fransa’sında milliyetçiliğin hızlı yükselişi vatanseverlik /adalet çelişkisine hapsediyordu aydınların tartışmalarını. Aydınlar adil ya da vatansever olmayı seçmek zorunda bırakılmışlardı. Halbuki Zola adaleti savunurken en az Barres kadar vatanseverdi. Milliyetçiliğin yarattığı bu derin çelişki şiddeti ve Zola’nın yaşamına son veren canavarı doğurdu.

Bugün benzer bir çelişkiyi yaşıyoruz. Hızla yükselen milliyetçilik ya bizdensin ya değilsin ikilemiyle adalet duygusunu örseliyor. Milliyetçilik etkisindeki medya vatanseverliği kendi klişeleriyle yorumlayarak adalete ve insan haklarına savaş açıyor. Milliyetçilik insanları önce ötekileştiriyor, sonra ötekileştirdiklerini “bizden olmayan”, düşman haline getiriyor. Buna göre, “onlar” medyanın gözünde önce öteki, sonra düşman ve tüm bunların sonucunda da adaleti hak etmeyen kişilere dönüşüyor.

Nitekim, medya Mersin’deki Newroz kutlamaları sonrasında tutuklanan 6 çocuğu önce ötekileştirip sonra onların düşman portrelerini çizdi. Onları, suçlu ve hain ilan eden yorumlarla, önce televizyon kanallarında izledik. Bunu Genelkurmayın olayı kınayan sert açıklaması takip etti. Ardından da olayla ilgili olarak tutuklanan 6 çocuk hakkında karalayıcı, deşifre edici, halkı onlara karşı kışkırtan manşetlerle doldu gazeteler gözümüzün önüne yığıldı. Tutuklanan çocuklardan ikisinin yaşı 15’in altında. Medya onların suç konusunda “farik ve mümeyyiz” yani yaptığı eylemin doğuracağı sonuçları ve bunların toplumun değer yargılarından farkını bilecek düzeyde olup olmadığını sormaksızın, çocukların ifadelerinden örnekleri, aileleriyle yapılan röportajları, onların kimliklerini deşifre eden fotoğrafları yayımladı. Gazetelerin birinde, onlardan, “Bayrağı yerlerde sürükleyerek milleti ayağa kaldıran iki çocuk” olarak söz edilirken, bir başka gazete de onlar için “hayvanlar” deyimini kullandı.

Dikkat edilirse bu çocukların başına gelenle Dreyfus’un ki aynıdır. Her iki olayda da kişiler toplumdan yabancılaştırılarak düşman haline getirilmişlerdir. Zola bu düşman portresinin karşısına adalet ve adil yargılanmayı koymuştu. Ne yazık ki bu ülkenin aydınlarından, Zola’nın sesi kadar güçlü ve cesur bir ses bugüne kadar duyulmadı. Zola yaşıyor olsaydı önce adalet derdi ve medyayı itham ederdi.

İtham ediyorum derdi Zola çünkü:
Çocuk Hakları Sözleşmesinin 16. Maddesine göre hiçbir çocuğun özel yaşantısına, aile, konut ve iletişimine keyfi ya da haksız bir şekilde müdahale edilemeyeceği gibi, onur ve itibarına haksız olarak saldırılamaz.

İtham ediyorum derdi Zola Çünkü :
Çocuk Hakları Sözleşmesinin 40. Maddesine göre çocuklar haklarındaki suçlama sabit oluncaya kadar masum sayılırlar.

İtham ediyorum derdi Zola çünkü :
Çocuk Hakları sözleşmesinin 40. Maddesine göre her çocuğun kovuşturmanın her aşamasında özel hayatının gizliliğine tam olarak saygı gösterilmesine hakkı vardır.

İtham ediyorum derdi Zola çünkü :
Çocuk Ceza Adaleti Sistemi Yönetimi Hakkında Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kurallarının 8. Maddesine göre her aşamada küçüğün afişe olması veya damgalanması gibi zararlara yol açabilecek durumların ortadan kaldırılması için gizliliğe özen gösterilmeli ve suç işlemiş küçüğün kimliğine ilişkin hiç bir bilginin yayınlanmasına izin verilmemelidir.

İtham ediyorum derdi Zola çünkü :
Onlar çocuk ve çocuk ceza adaletinden yararlanmalılar.

Yani, Zola önce “adalet” derdi olanları görseydi. Oysa ki, milliyetçiliğin çılgınlığı farkındalığımızı ve duyarlılıklarımızı yok edip, duvar oluyor önümüzde. Gözlerimiz duvarın arkasındaki gerçek insan yüzlerini değil, sadece duvarda asılı portreleri görüyor. Artık, Barres’in dönemi kapanmış olmalı. Artık, adaletsizlik çok ağır bir bedel… Artık, duvarın üstüne çıkıp bakmalıyız ve gördüklerimizi dillendirmeliyiz. Yoksa Zola’yı öldüren canavarın bir benzeri doğacak bu topraklarda.

ÖZLEM YILMAZ
İnsan Hakları Gündemi Derneği Üyesi