Bu yazı 17.03.2002 tarihinde Radikal 2’de yayınlanmıştır.
Filistin ve İsrail arasındaki karşılıklı şiddet uluslararası topluluğun gözleri önünde gerçekleşiyor. Uluslararası topluluk, tarafların uluslararası zorunluluklarını yerine getirmesi yönündeki eylemsizliğini sürdürüyor.
İsrail, İşgal Altındaki Topraklar ve Filistin İdaresi altındaki bölgede, 29 Eylül 2000’de başlayan ve El-Aksa intifadası olarak da bilinen ikinci intifada (ayaklanma) sırasında çıkan çatışmalar, silahsız sivillerin yaşamına mal olmaya devam ediyor. Son saldırılarda 130’dan fazla Filistinli İsrail güvenlik güçleri tarafından hukuk dışı bir şekilde öldürüldü. Yaralanma sonucu hastaneye kaldırılan en az 18 Filistinlinin tıbbi bakım reddedildiği için öldüğü bildiriliyor. Aynı zaman dilimi içinde 31’i sivil olmak 47’den fazla İsrailli, Filistinli silahlı politik gruplar ve bireyler tarafından yapılan saldırılarda hayatını kaybetti. Eylül 2000’den bu yana öldürülenlerin 200’den fazlası, hiçbir tehlikeli durum arz etmedikleri halde çocuklar. Binlerce yaralanın pek çoğu yaşam boyu sakat kalmaya mahkûm.
Toplu cezalandırma
İsrail yönetimi, intifadaya ve İsrailli sivillerin öldürülmesine, kontrol noktaları ve sınırlarda Filistinlileri öldürerek cevap verdi. İsrail yerleşim bölgelerine yapılan saldırıların karşılığı ise Filistin kasabalarının ve köylerinin bombalanıp, binlerce evin oturulamaz hale getirilmesi oldu. Filistin kasaba ve köylerinin dış dünya ile bağlantısı askeri kontrol noktaları, fiziki yer bariyerleri, beton bloklar ya da metal duvarlarla kesildi. Filistin yerleşim bölgelerinin dörtte birinde sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Bu bölgelerde oturanlar günler, haftalar hatta aylardır evlerinden çıkamıyorlar. Çocuklar okullarına, çalışanlar işlerine gidemez halde. Güvenlik adı altında Filistinlilerin evleri yıkılıp işgal altındaki topraklarda seyahat etmeleri yasaklanıyor. Bölgede yaşayan üç milyondan fazla Filistinli toplu bir şekilde cezalandırılırken, intikam arayışı içindeki Filistinli muhaliflerin intihar saldırıları nefreti derinleştiriyor.
Şiddet ve korku
Filistinlilerin İsrailli göçmenler tarafından öldürülmesi ve saldırılara maruz kalması tamamıyla cezasız kalıyor. Filistinliler de işgal altındaki topraklarda seyahat eden İsrail plakalı arabalara saldırıp, alışveriş merkezlerinde ve restoranlarda bombalar patlatıyor. İsrailliler, kalabalık caddelerde, kafelerde ve işgal altındaki topraklarda yer alan yollarda bulunmaktan çekinirken, Filistinliler evlerinde ya da dışarıda, özellikle de kontrol noktalarında hiçbir sebep yokken sinirli, kayıtsız ve ihmalci askerler tarafından öldürülme korkusu içinde. Şiddet günlük yaşamın bir parçası ve korku ile iç içe.
Tarihin kanayan yarası
İki Dünya Savaşı arasında, İngiltere, Filistin’i Uluslar Ligi’nin mandası altında yönetiyordu. 1948’de manda yönetimi sona erdi ve İsrail devleti ilan edildi. BM’nin bölünme planına karşı Arapların yönelttiği protestoları Arap ve İsrail orduları arasındaki savaş takip etti. İsrail savaştan galip çıkarak bölünme planıyla öne sürülenlerin ötesinde de facto olarak sınırlarını genişletti. Savaşın sonunda 600 binden fazla Filistinli baskılardan kaçmak ya da İsrail tarafından kovulmak suretiyle mülteci olmaya zorlandı. Bu tarihten, 1991’de başlayan barış görüşmelerine kadar İsrail ordularının işgali ve Filistin topraklarının çevre devletler tarafından paylaşımı devam etti. Barış görüşmelerini, İsrail ile FKÖ tarafından 1993’te imzalanan Prensipler Deklarasyonu takip etti. Buna göre askeri hükümet, Batı Bank ve Gazze’nin bazı kesimlerini, seçilmiş Filistin Öz Hükümet Otoritesi’ne devredecekti. Ayrıca askeri işgali sona erdirecek kalıcı bir yerleşim için karşılıklı görüşmeler 1996’da başlayıp Mayıs 1999’da sona erdirilecekti. Her iki taraftaki liderlere Nobel Barış Ödülü’nü getiren 1995 Interim Anlaşması (Oslo II diye bilinir), Filistin Otoritesi’nin Interim döneminde jüri olma hakkının bulunduğu Batı Bank içindeki belirsiz bölgeleri ve Interim dönemi için aynı otoriteye devredilecek işleri tanımladı. Bunun arkasından gelen seçimlerde, Filistin Otoritesi Konseyi, Mart 1996’da resmen göreve başladı.
Kudüs, Oslo II’nin dışında bırakıldığı için 1967’den beri olduğu haliyle kaldı. Oslo II süresince ve Oslo uygulamalarından sonra, Batı Bank’ın İsrailli katılımcıları Kudüs Belediyesi’nin dışındakilere Kudüs’te yaşama izni verilmeyeceğini ve şehre girmekten bile men edileceklerini açıklayarak görüşmeleri kapadılar. 23 Mayıs 2000 tarihinde İsrail ordularının Güney Lübnan’dan çekilmesi bölgede kalıcı barışın sağlanması konusunda bir ümit ışığı yaktı. Bununla birlikte, 2000 Eylül sonunda Ariel Şaron’un Müslümanlar tarafından kutsal sayılan Kudüs eski şehirdeki El Aksa’yı ziyaret etmesi üzerine başlayan gösterilerde, Filistinli göstericilerin öldürülmesi şiddeti tetikleyerek ikinci intifadaya yol açtı. 11 Eylül krizinin hemen ardından, İsrail’in Turizm Bakanı Revahem Zeevi’nin öldürülmesini bahane ederek ve ABD’yi örnek göstererek, Batı Şeria’da bulunan kentleri işgal etmesi, bazı şehirleri bombalaması ve mülteci kampına zorla girmesi gerginliği doruk noktasına taşıdı.
Uluslararası eylem
Çatışmalar başladığından beri İsrailli ve Filistinli insan hakları ve barış örgütleri yoğun bir çalışma yürütüyor. Barış örgütlerinin ve Filistin halkının İsrail işgaline karşı şiddetten arınmış protesto eylemleri, ne yazık ki şiddet döngüsünü durdurmaya yetmedi. Uluslararası ve bölgesel insan hakları örgütlerinin düzenli olarak yaptığı izlemeler çatışmalar sırasında öldürülenlerin yanı sıra, artan sayıda yargısız infazları, işkence ve kötü muameleyi, düşünce mahkûmlarını, keyfi gözaltıları, adil olmayan yargılamaları rapor diyor. Kalıcı bir barış ortamının sağlanması için insan hakları temel bir zorunluluk.
Tüm bu yaşananlar uluslararası topluluğun gözleri önünde gerçekleşiyor. Ancak, BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından kurulan “şüpheli ölümleri” soruşturma komisyonunun acil eylem çağrısına rağmen, 11 Eylül’ün aymazlığı içindeki uluslararası topluluk, tarafların uluslararası zorunluluklarını yerine getirmesi yönündeki eylemsizliğini sürdürüyor. Günümüzde artık insan hakları sorunu sadece ulusal bir sorun olarak ele alınamaz. İnsan hakları uluslararası bir sorundur ve uluslararası bir eylem gerektirir. Üstelik hükümetlerin uymak zorunda oldukları uluslararası insan hakları standartları ve uluslararası hukuk gayet açık ve nettir. Hiçbir hükümet kendi iç hukukunu ve ulusal güvenliğini bahane ederek, uymak zorunda olduğu sorumluluklarını görmezden gelemez. Bu yüzden uluslararası topluluk ivedilikle harekete geçmeli ve tarafların sorumluklarını yerine getirmesi için gerekli girişimleri yapmalıdır. İnsan hakları gelecekte taraflar arasında yapılacak tüm görüşme ve anlaşmaların dahili bir parçası haline getirilmelidir. Çünkü geçmiş yılların bizlere gösterdiği çok açık bir şey var: Eğer insan hakları barış ve güvenlik adına kurban edilirse, barış da olmayacak güvenlik de!
HAKAN ATAMAN
http://www.radikal.com.tr/ek_sayfa.php?ek=r2&ek_tarihi=17/03/2002