Soykırım mıydı?

Lemkin sadece bu videoda değil, yayımlanmamış otobiyografisinde de Ermeni meselesinden bahsediyor, Osmanlı Ermenilerinin yok oluşunun üzerinde yarattığı kalıcı etkiyi anlatıyor. BM Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesine dikkatle bakacak olursanız eğer, Lemkin’in 1915’te Ermenilerin başına gelenleri bu tanımın içine yedirdiğini de görürsünüz. Şöyle diyor BM Sözleşmesi: “Bu sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur: a) Gruba mensup olanların öldürülmesi; b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek…

Türkiye’nin resmi tezi, ‘tehcir’ sırasında 300-500 bin Ermeninin telef olduğu yönünde ya, işte bu telef olma hali c fıkrasına giriyor. Özellikle de Talat Paşa’nın 6 Temmuz 1914 tarihinde Meclis’te yaptığı konuşmayı göz önüne alacak olursak… Rumların neden ‘Zor’ bölgesinde iskân edilmediğini açıklarken Talat Paşa “muhacirleri… oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi açlıktan öleceklerdi…” diyor. Ve aynı Talat Paşa sadece 10 ay sonra Ermenilerin Zor bölgesine tehcir edilmesine karar veriyor. Çok açık ki Talat Paşa bu ‘tehcirin’ ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu

Velev ki bu ‘tehcir’ sırasında toplu infazlar yapılmamış, insanlar teknelere doldurulup Karedeniz’de boğulmamış, yollarda Teşkilatı Mahsusa’nın sırf bu iş için hapishanelerden topladığı katil sürülerinin saldırılarına ve tecavüzlerine uğramamış olsunlar, sadece bu ‘tehcirin’ kendisi korkunç bir şey değil mi?
Yukarıda Lemkin’in ‘soykırım’ tanımına nasıl ulaştığını anlattım. Bunun anlamı şu; eğer bugün 1915 olayları herhangi bir uluslararası mahkemenin önüne gidecek olsa, BM Sözleşmesi çerçevesinde, bu olayların ‘hukuken’ nasıl tanımlanacağı apaçık bir şekilde ortada… Ama ne Nazileri yargılayan Nürnberg Mahkemesi gibi bir mahkemenin kurulması ve ne de uzun yıllar önce vefat etmiş olan İttihatçıların ve Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinin Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanması söz konusu bugün… Kısacası Türkiye’yi “Ermenilere soykırım yaptın” diye yargılayacak bir mahkeme yok. O yüzden bu hukuki tanımın hiçbir önemi yok aslında…
ABD’deki gibi Ermenilerin bireysel tapularına dayanarak açtıkları mülkiyet davaları benzeri davalar için bunun bir soykırım, insanlığa karşı suç vd. kabul edilmesi arasında da hiçbir fark yok. Şimdi bu hukuki nitelemeleri bir kenara bırakırsak eğer, asıl önemli olan, bizim vicdanlarımızın ne söylediği. Bir yabancı ülke parlamentosunun Türkiye’de yaşanan olayları nasıl nitelediği neden Türkiye’yi ayağa kaldırıyor? Neden bu kadar irkiliyoruz? Bu soruların yanıtları üzerine düşünsek…
Yine keza bize 1915’ten nasıl bir miras kaldığına baksak… Mesela Türkiye’deki derin devlet geleneğini sorgulasak. Teşkilat-ı Mahsusa’dan Ergenekon’a kadar hiç kesintisiz devam eden ‘iktidar olma’ biçimlerini gözden geçirsek. Türkiye’deki yargısız infazları, faili meçhul cinayetleri, katliamları, askeri darbeleri bu tarihsel bilgiler ışığında değerlendirsek. Kısacası 1915’te Ermenilere ne yaptığımız kadar, bu olanları inkâr ederek kendimize ne yaptığımıza bir bakıversek, emin olun çok daha fazla kazançlı çıkarız.
Bunları yapmadığımız sürece, ha bire birileri ‘dışarıdan’ bu yaraları kaşır. Ama oy almak için, ama seni zayıf düşürüp eski ezberlerine döndürmek için…
http://www.radikal.com.tr