Türban tartışmasının çerçevesinde insanlar muhafazakârlıktan, laikliğe, eğitim hakkından, kamusal alana (bir radikal feminist olarak neresi olduğunu bir türlü anlayamadığım yer), geleneksel baş bağlamaya kadar pek çok şeyi tartışıyor. Ama işin aslı seksi tartışmadıkça bütün bu tartışmaların havada kalacağı
19/02/2008 Radikal Yorum
LEYLA PERVİZAT
Geçenlerde başörtülü genç bekâr bir kadın erkeklerin elini sıkmaktan kaçındığını belirtti. Bunun üzerine aynı odada bulunan başı açık bir kadın İsmet Berkan’ın yazısını hatırlatarak, erkeklerin öcü olmadıklarını, her an genç kızlarımıza ve kadınlarımıza saldırmayı bekleyen canavar ruhlu tecavüzcü Çoşkun’lar olmadığını söyledi.
Başörtülü genç kadının cevabı ise hayli ilginçti: “Ben erkeklerin öyle olmadıklarını biliyorum. Ama ben kendimde bir şeyler hissetmemek ve elektriklenmemek için erkeklerin elini sıkmıyorum.” Kısacası genç kadın tahrik olmak istemiyordu. Ona göre bir erkeğin elini sıkmak, erkeği olduğu kadar kadını da tahrik eden bir şeydi. Peki, bu kendine ve başkalarına karşı çok dürüst cevap verebilen kadının söylediklerinin altını eşelersek karşımıza neler çıkar?
Kadın, erkek fark etmez!
Yani bir kadın tahrik olursa ne olur?
Eğer Türkiye’de yaşayan biriyseniz, kadın veya erkek fark etmez, bu soruyu yüksek sesle sormayı bir kenara bırakın düşünmesinin bile sizi ürkütmesi lazım. Çünkü kadın cinselliği, namus ve bekâret kontrolü gibi kavramlarla yaygın eril sistem tarafından çok başarılı bir şekilde denetlenmekte. Tüm bu kavramların altını eşelediğinizde ortaya çıkan tabu ise şudur: Kadının cinselliğini yaşaması.
Türban tartışmasının çerçevesinde insanlar muhafazakârlıktan, laikliğe, eğitim hakkından, kamusal alana (bir radikal feminist olarak neresi olduğunu bir türlü anlayamadığım yer), geleneksel baş bağlamaya kadar pek çok şeyi tartışıyor. Ama işin aslı seksi tartışmadıkça bütün bu tartışmaların havada kalacağı. İçinde bulunduğumuz toplumda kadınların cinselliğini yaşaması her kesim için büyük bir tabu. Bundan üç yıl kadar önce Türk Ceza Kanunu hazırlanırken olası zina maddesi çevresinde tartıştıklarımız çok ilginçti. Liberalliği ve sosyalistliğiyle geçinen entelektüel erkek aydınlarımız zina ile ilgili maddeye neden karşı olduklarını belirtirken, “Tabii ki bir kadının zinası uygun bir şey değil ama tam Avrupa Birliği’ne girerken böyle bir konuyu tartışmaya ne gerek var?” diye Başbakan’a karşı tavırlarını koymuşlardı. Kısaca onlar zina ile ilgili olası maddeye Avrupa Birliği yüzünden karşıydılar. Kadınların hayatlarının öznesi olmaları ve cinselliklerine sahip çıkmaları onların umurlarında değildi. Entelektüel erkekler bu konuda yalnız değiller. Kadın çalışması yapan pek çok ‘özgürleşmiş kadının’ namus ifadesi yerine töreyi kullanmasının ardında da bu düşünce yatar.
Son günlerde ülkemizde süren türban tartışmasını işte bu sözünü ettiğim açıdan çok büyük bir merakla biraz da ilginç bir açlıkla izliyorum. Kadınlar ve/veya kadın hareketi açısından genelde sessizliğinin hâkim olduğu bu tartışmada pek çok erkek fikir beyan etmeye devam ediyor. Bu erkeklerden aydınlanma denilen şeyi bir dereceye kadar içselleştirmiş olanları ise başörtünün modernitenin bir sorunu olduğunu görebiliyorlar. Bu sorunun asıl olarak toplumsal cinsiyet kavramı çerçevesinde tartışılması gereken bir kadın ve erkek sorunu olduğunun bilincindeler. Bu ‘aydınlanmış olanların’ yazdıkları makaleler sorunu bir yere kadar güzelce açıklayabiliyorlar.
Özgürlük ve korku
Ancak kadın cinselliğinden bahsetmeden ya da cinsel özgürlüğün ne olduğunu anlamadan tüm bu konuları gerçekte ne kadar konuşabiliriz? Kadın cinselliği denilince de her nedense ilk aklımıza gelen örnek kadınların her istediğiyle cinsel ilişkiye girmesi olarak algılanıyor. Nedense bu kadınlar, tabir caizse ‘herkese açık alanlar.’ Bu da yine yaygın eril sistemin bir oyunu. Yani kadın cinsel özgürlüğünü ilan ederse bedeni ve ruhu sömürüye açık bir davranışlar bütünü sergilemesi bekleniyor. Yok eğer cinsel özgürlüğü savunmuyorsa, türbandan namus cinayetine kadar bir sürü mekanizmaların arasında sıkışıp havasızlıktan ölüyor. Yaygın eril sistem asla ama asla kadına ve erkeğe eşit davranmıyor. Kadın her zaman için kaybeden ve sömürülen olarak kalıyor. Bırakın Gümüşhane’nin mezrasında hiç okul görmemiş bir kadının sömürülmesinden bahsetmeyi. Onun durumu zaten içimizi acıtan bir Türkiye istatistiği. Ya ABD’de üniversitenin biyoloji/matematik bölümünü bitirdikten sonra Las Vegas’ta kapısından içeri girmesi sırat köprüsünü geçmekle eşdeğer olan çok şık ve pahalı barlarda üst düzey müşterilere fahişelik yapan genç kadınların durumları?
Bu kadınların en iyi okullardan diplomaları var. Fahişelik yapmalarını
ise sadece ‘rahat ve lüks’ bir yaşam isteğiyle ya da salt kapitalizmin kadına yönelik sonuçlarıyla açıklayamazsınız.
Nasıl tartışırsak tartışalım eninde sonunda cinselliği tartışmaya mahkûmuz. Cinselliği tartışmadan söylediğimiz her söz işimizi daha da zorlaştıracak ve olası çözümleri geciktirecek. Ben türbanın yasaklanmasına karşıyım. Bir kadının kendi bedeni üzerinde din açısından uyguladığı bir yaptırım nedeniyle kadınların kamu hizmetinden mahkûm edilmelerini radikal feminist hücrelerim kabul etmiyor. Kadının cinsel özgürlüğünden yanayım. Cinsel özgürlük adına beden üzerinde ‘görünen’ ve ‘görünmeyen’ tüm baskılara başkaldırılmasını savunuyorum. Ancak, bunların hepsi çetrefilli ve karmaşık konular. Dolayısıyla, saygı ve haysiyetle tartışılmayı gerektiriyor. Yoksa işimiz cidden çok zor.
Leylâ Pervizat:Feminist araştırmacı ve kadının insan hakları savunucusu
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=247872&tarih=19/02/2008