Şemdinli’nin “Adalete İntikali”

20.11.2005

Yasalar savcıyı, soruşturmanın kralı olarak düzenlemişse de, uygulamada, hiçbir savcılığın doğrudan delilleri toplama ve soruşturmanın yaşamsal aşamalarında, bizzat araştırma yapma olanağı bulunmuyor.

Şemdinli’de meydana gelen bombalama olayı, kamuoyu gündeminde önemli bir yer edindi. Eski tabirle cürüm’ü meşhut halinde jandarma istihbarat görevlisi zanlıların derdest edilmesi, olay yerinde resmi aracın yanı sıra çok sayıda silah ve belgenin adli makamlardan önce halkın eline geçerek yazılı ve görsel basına yansıması, konunun kamuoyunda ciddi bir yer edinmesini hak ediyordu. Hükümet yetkililerinin konuya ilişkin tepkileri ise, daha önce benzer olaylar karşısında yetkililerin alışagelmiş tutumlarından önemli ölçüde farklıydı. Özellikle Başbakan’ın kararlı ifadelerle “ucu nereye kadar giderse gitsin, üstüne gideceğiz. Sorumlular bedelini ödeyecekler..” ve Sayın Meclis Başkanı’nın “JİTEM nedir, açıklansın” biçimindeki açıklamaları ise gerçekten Türkiye’de bir ilki ifade ediyordu. Yönetenlerin bu açıklamaları karşısında; yıllardır bölgede benzer olayları yakından izleyen biz hukukçularda bir yandan şaşkınlık, diğer yandan “Tamam işte! bu kez farklı olacak; hukuk galip gelecek ve Şemdinli bir dönüm noktası olacak” umudunu doğurdu. Peki Şemdinli olayları çözülebilecek mi? Kimlikleri belirlenmiş görevliler ile onlara talimat veren diğer zanlılar adalet önüne çıkarılıp; etkili, hızlı ve tarafsız bir yargılama yapılabilecek mi? Dahası ve en önemlisi Türkiye’deki adli mekanizmanın böyle bir soruşturma ve yargılama yapma kapasitesi var mı?

Öncesi var
Aslında Şemdinli’de meydana gelen bombalama olayı, jandarma istihbarat görevlilerinin karıştığı ilk olay değil. 1990’dan itibaren kimi zaman doğrudan “JİTEM” elemanları veya onlara bağlı görev yapan eski örgüt üyesi itirafçıların karıştığı hukuk dışı olaylarla hep yüz yüze geldik. Şimdilik sonundaki “EM” harfleri kaldırılmış ve ilk üç harfi olan “JİT” ile faaliyetlerini yürüttüğü anlaşılan bu örgüte, daha önce bir çok resmi belgede de dikkat çekilmişti. Daha 1995 yılında TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetler Araştırma Komisyonu raporunda; bu hukuk dışı örgütün birçok yasa dışı eyleme karıştığının saptandığı, bu nedenle Adalet Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunulduğu, yargının tek başına bu işin üstesinden gelemeyeceği belirtilerek, Meclis bünyesinde bu konuda özel bir komisyon kurulması gerektiği vurgulanmıştı. Ancak o gün bu gündür; ne bakanlığa yapılan suç duyurusu ile ilgili bir gelişmeden kamuoyu haberdar oldu, ne de Meclis’te özel bir komisyon kuruldu. Daha sonra Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın hazırladığı “Susurluk Raporunda” ve TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu raporunda da JİTEM ve bu örgütün karıştığı olaylara yer verilmiş, aynı konuda bir dizi belirleme yapılmıştı. Bu belgeler de kamuoyuna yansımıştı. Öte yandan yıllardır Güneydoğu’dan avukatlar, barolar ve insan hakları örgütleri; JİTEM veya jandarma istihbarat görevlilerinin karıştığı olaylardan şikayet ediyordu. Konuyu kamuoyunun ve yetkililerin dikkatine sunmalarına rağmen, bu tehlikeye ne yazık ki bu güne kadar kulak asılmadı. Yine, hukuk dışı öldürme, gözaltında kaybedilme, işkence vb. ağır suçların soruşturulmasında, ne zaman emareler jandarma istihbarat görevlilerini göstermişse, hemen orada soruşturmaların seyrinin değiştiğine hep tanık olduk. Kimi zaman öyle hukuki yorumlarla mağdurların veya onların avukatlarının önüne duvarlar örüldü ki, yıllarca süren zorlu uğraşlardan sonra, “… delil bulunmadığından takibata yer olmadığına..” cümlesiyle biten belgeler dışında ellerine bir şey geçmedi. Hak arama yoluna başvurmaktan duyulan pişmanlığı saymazsanız.

Son yıllarda kamuoyuna da yansıyan iki önemli soruşturmanın seyri ve akıbeti, konuyu yeterince anlaşılır kılıyor.

Olay 1: 2001 yılında Şırnak’ın Silopi ilçesinde iki HADEP yöneticisi; önce politik faaliyetlerine son vermeleri yönünde, jandarma istihbarat görevlilerince açıkça ölümle tehdit edildiler. Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz, daha sonra sivil plakalı bir araçta bulunan sivil giyimli istihbarat görevlilerince ilçenin en kalabalık bir kavşağı üzerinde kaçırılmak istendiler. Bu girişimde başarılı olunamayınca, telefonla jandarma merkezine davet edilen ve Devlet’in resmi bir kurumunun binasına gitmekte bir beis görmeyen Tanış ve Deniz, jandarma merkezine girdiler, ama bir daha çıkmadılar. Yakınlarının olayı bir saat içinde savcılığa ve birçok idari makama duyurmaları; şikayetler, tanıklar, belgeler, ama nafile sanki yer yarılmış ve gün ortasında iki insan içine girmişti. Mahalli Savcılık, Tanış’ı telefonla merkeze davet eden jandarma istihbarat görevlisinin kimliğini ve telefon kaydını saptamasına rağmen, sonunda çareyi dosyayı Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne göndermekte buldu. Bu mahkemenin savcılığı, uzun bir süre dosyayı elinde beklettikten sonra, “bu olay DGM’nin görev alanına girmez” diyerek görevsizlik kararıyla dosyayı tekrar Silopi savcılığına gönderdi, ama sıkı durun bununla kalmadı. Devletin güvenliğinden sorumlu savcısı, Görevsizlik kararıyla birlikte, olayda isimleri geçen tüm jandarma görevlileri hakkında da, “yeterli delil bulunmadığı” gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi. Kayıp yakınları şikayetlerini eş zamanlı olarak Strasbourg’taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürmüşlerdi. Birkaç ay önce, 2 Ağustos 2005 tarihinde bu mahkeme; Tanış ve Deniz’in kaybedilmesinden doğrudan Türk Hükümeti’nin sorumlu olduğuna, kayıp yakınlarının şikayetlerinin adli makamlarca yeterince soruşturulmadığına, daha da önemlisi Mahkeme’nin bütün ısrarlarına rağmen; olayda adı geçen üst düzey bir jandarma görevlisini, AİHM’ce Ankara’da düzenlenen duruşmada hazır etmeyen Hükümet’in, Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal ettiğine hükmetti.

Olay 2: Geçtiğimiz yıl eski bir PKK üyesi, daha sonra JİTEM’de resmi görev almış Abdulkadir Aygan’ın açıklamaları üzerine Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır İHD Şubesi’nin yaptığı suç duyurusudur. Aygan, yıllarca Diyarbakır’da JİTEM elemanı olarak görev yapmış; soruşturma dosyası bulunan veya bulunmayan onlarca öldürme ve bombalama olayını itiraf ediyor, çalışma arkadaşlarının kimlikleri ve olayların detayları konusunda bilgiler veriyordu. Olaylardan biri 1994’te Diyarbakır şehir merkezinde Murat Aslan adlı bir yurttaşın jandarma istihbarat görevlilerince alınarak, Silopi ilçesine götürüldüğü, öldürüldükten sonra burada bir köye yakın bir yerde, bir dere kenarında gömülü olduğu şeklindeydi. Bu açıklama üzerine Murat Aslan’ın babasının başvurusu üzerine, Silopi Savcılığı’nca belirtilen yerden çıkarılan kemiklerin, yapılan DNA testi sonucu, on yılı aşkın süredir kayıp olan Murat Aslan’a ait olduğu saptandı. Diyarbakır Barosu ve İnsan Hakları Derneği’nin, elindeki bilgileri de ekleyerek 30’u aşkın jandarma görevlisi hakkında yaptığı suç duyurusu üzerine, savcılık dosyayı hızla askeri savcılıklara ve soruşturma izini için değişik makamlara gönderdi. Elimizde bu soruşturmada bir mesafe katedildiğine ilişkin henüz bir bilgi ulaşmadı.

Savcının rolü
Yargının bu tür olaylarda çoğu kere korumacı eğilimlerinin yanı sıra, esasen mevcut adli mekanizma, Şemdinli benzeri olayları çözecek kapasiteye de sahip değildir. Yasalar savcıyı, “soruşturmanın kralı” olarak düzenlemişse de, uygulamada, hiçbir savcılığın doğrudan delilleri toplama ve soruşturmanın yaşamsal aşamalarında, bizzat araştırma yapma olanağı bulunmuyor. Savcılık bütün işlem ve yazışmalarını katibinin yardımıyla yapar ve kolluk makamlarından delilleri toplamasını ister. Şemdinli’deki savcı da elbette, Şemdinli polisi ve bizzat jandarmasından delilleri, bilgi ve belgeleri isteyecektir. Şemdinli çarşısındaki olay yerinden 100-150 metre mesafedeki jandarma merkezine sığınmaya çalışan zanlılarla ilgili, aynı merkezden taraflı bir tutum, sanırım kimse beklemeyecek. Bu arada, Şemdinli gibi Irak sınırındaki ücra bir yerde görev yapan savcıdan, olaydan iki gün sonra, yakınlardaki Silopi ilçesi savcısının aracının havaya uçmasını akılda tutarak, kimsenin kahramanlık beklemeye hakkı da olmamalıdır. Zaten bu objektif durumu iyi bilenler, boşuna “olay yargıya intikal etmiştir. Bundan sonra işlemler adli makamların takdirindedir” demiyorlar. Sonuç itibariyla Şemdinli olayı “adliyeye intikal ederken” asıl bakmamız gereken; Başbakan’ın “sonuna kadar üzerine gideceğiz…” ve Meclis Başkanı’nın “JİTEM nedir, açıklansın” açıklamalarının ne kadar hayata geçeceği olmalıdır.

TAHİR ELÇİ
Avukat/Diyarbakır Barosu

(Radikal Gazetesi Arşivinden tüm yazılarını ara)

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=5277