21.10.2015
Dünyanın en ağır suçları onları masum gösteren, yapılanı muğlaklaştıran bir iklim içinde işlenir.
Küçük bir kızın ırzına geçmek için sıraya geçmiş kasabanın ileri gelenleri; Nazi kampında kendisine verilen emirleri yerine getiren subay; darbecilerin emri altında ölümüne işkence yapan polis için o anda yaptıkları şey alelade bir şeydir.
Çünkü mağdurların ruhlarında ve vücutlarında derin izler bırakan bu suçları, arkalarında duran muazzam güç sayesinde işleyebilmektedirler.
O güç, o anın ruhu, işledikleri korkunç suçları bir buzlu camın ardındaki şekilsiz bir nesneye dönüştürür bu failler için…
Ta ki, gerçekten işleyen bir yargı makamı önüne çıkıncaya kadar…
90’lı yılların sonlarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin düzenlediği duruşmalarda ifadeleri alınan, köy yakma olaylarında adları geçen askerlerin yaşadıkları dehşetli şaşkınlığı bugün gibi hatırlıyorum.
Yine o duruşmalarda, bu köy yakmaları, yargısız infazları doğru düzgün bir şekilde soruşturmayan savcıların da ifadeleri alınırdı.
Neden görevlerini yapmadıkları sorulan bu savcıların, kızaran yüzlerini, titreyen seslerini, mahcubiyetlerini hiç unutmadım.
Zamanın ruhu katliamı hafifletiyor
Zamanın ruhu, onlara, gözlerinin önünde işlenen korkunç suçları görmezlikten gelmelerini dikte ediyordu ve hatta o ruh sayesinde ortada bir suç yokmuş gibi görünüyordu; ama sonra uluslararası bir yargı organı önüne çıkınca, o buzlu cam kırılıyor ve görmezlikten geldikleri korkunç suçlarla karşılaşıyorlardı.
Bugünkü zamanın ruhu da Ankara Tren Garı önünde işlenen korkunç katliamı hafifletiyor, sulandırıyor, muğlaklaştırıyor.
Belli bir etnisite ve dünya görüşünden insanları hedef alan, belli bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenen, birbirini takip eden, Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları tipik tanımıyla “insanlığa karşı suç” niteliğindedir.
Bu katliamların IŞİD’in Suriye ve Irak’ta işlediği ve işlemeye devam ettiği sayısız suçun bir devamı niteliğinde olduğuna da şüphe yoktur.
Başta Cumhuriyet Gazetesi olmak üzere, çeşitli basın yayın organlarında çıkan haberler, Türkiye’de işlenen katliamların sorumlusu olan militanların çok yakından takip edildiğini; telefonlarının dinlendiğini ve bu dinlemelerden neyi planladıklarının açıkça anlaşıldığını gösteriyor.
Daha önceden de sayısız uluslararası ve ulusal kaynaktan Türkiye’ye yöneltilen, IŞİD’in geçiş üstü olmak; bu militanlara silah ve yardım sağlamak; yaralılarını tedavi ettirmek gibi sayısız suçlamayla birlikte düşünüldüğünde, Ankara katliamının basit bir suç gibi ele alınması; üzerine gizlilik damgası vurulup rafa kaldırılması mümkün değildir.
Uluslararası hukuk gözüyle bakarsanız eğer, Srebrenica katliamı ne kadar ciddi bir soruşturma gerektiriyorsa Ankara katliamı da en az o kadar ciddi bir şekilde soruşturulmak zorundadır.
Devlet organlarının, en azından ve şimdilik, dehşet verici bir ihmalkarlık içinde göründükleri böyle bir katliam, dosya gizlenerek, basına yasak getirilerek, mağdurlar ve avukatları dışlanarak soruşturulamaz.
Ankara katliamı, Türkiye’de layıkıyla soruşturulmadığında, diğer katliamlarla birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve belki de Uluslararası Ceza Mahkemesi önünde yargılanmayı gerektirecek ciddiyet ve ağırlıktadır.
Zamanın ruhunun getirdiği dayatmalar değil, uluslararası insan hakları hukukunun gerekleri yön gösterici olmalıdır savcılar ve mahkemeler için…
Bugün zamanın ruhuna uygun hareket edenler, yarın o ruh dağılıp gittiğinde, kendilerini ciddi bir utancın ve ağır bir sorumluğun altında bulabilirler.