AB’den gelen muazzam baskıya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde alınan yüzlerce mahkumiyete rağmen neredeyse hiçbir adım atamadığımız bir alan ifade hürriyeti Başbakanımızın Davos’ta, Nobel Barış ödüllü Peres’e “posta koymasının” ertesi günü, Taraf gazetesinin yazar ve çalışanlarına karşı açılan 16 davanın duruşması yapıldı. Tayyip Erdoğan, “siz öldürmesini iyi bilirsiniz” diyerek, ifade hürriyetini sonuna kadar kullanırken, Başbakan’ın ülkesinde bir gazete, Taraf gazetesi, tamamı ifade hürriyetiyle ilgili 69 dava ile cebelleşiyordu. Tayyip Erdoğan’ın “siz öldürmesini iyi bilirsiniz” cümlesini Türkiye’de herhangi bir kuruma yöneltirseniz, çok büyük olasılıkla hakkınızda Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesi çerçevesinde, ilgili kurumu “alenen aşağıladığınız” gerekçesiyle dava açılacaktır.
Türkiye’nin çok ciddi bir “ifade hürriyeti” sorunu var ve bu sorun sadece 301. maddeden ibaret değil. Bilindiği üzere 301. madde Avrupa Birliği’nin yoğun baskısı sonucu revize edildi ve Türklüğü ya da devletin organlarını “alenen aşağıladığı” iddia edilen kişilere karşı dava açılabilmesi için Adalet Bakanı’nın izin vermesi koşulu getirildi. 301, Türkiye’nin ifade hürriyetsizliğinin bir sembolü ve maalesef bütün çabalara rağmen bu maddeden kurtulabilmiş değiliz. 301 bir sembol, çünkü bu madde Türkiye’deki hoşgörüsüzlüğün adeta katalizörü işlevini gördü. Bu maddeden yargılananlar, Hrant Dink örneğinde olduğu gibi, ya ek bir ceza olarak ölüme mahkum edildiler veya sokakta korumasız gezemez bir hale geldiler. Bütün yaşananlara rağmen Erdoğan hükümeti, 301. maddede sadece kozmetik değişiklikler yapmakla yetindi. Öyle anlaşılıyor ki, maddenin tamamen kaldırılması durumunda Ermeni kırımına ilişkin tartışmaların özgürce yapılabileceği ve birilerinin Türk milletine “sizöldürmeyi iyi bilirsiniz” diyebileceğinden korkuluyor. Nitekim maddenin revizeedilmiş halinden sonra Adalet Bakanı’nın sanık sandalyesine yolladığı ilkaydın, Hrant Dink’in katli üzerine, Ermeni kırımına ilişkin olarak acıyla ve öfkeyle söylendiği besbelli olan sözlerin sahibi olan Temel Demirer’di.
Mayın tarlası
301 tabii bir sembol ama Türkiye’nin ifade hürriyeti sorunu bu maddeden ibaret değil. Türk Ceza Yasası’nda ifade hürriyetini sınırlayan en az 40 madde sayabilirim. TCK’nin 125’ten 341’e kadar olan maddeleri arasında en az 40 madde ifade hürriyetini kısıtlar bir biçimde kullanılıyor. “Müstehcenlik”ten tutun da “halkı askerlikten soğutma”ya, “devletin egemenlik alametlerini aşağılama”ya varıncaya kadar çok sayıda kavram ve başlığın, özellikle basın mensuplarına ve aydınlara karşı açılan davalarda kullanıldığını görüyoruz. İfade hürriyetini kısıtlayan yasa maddeleri Türk Ceza Yasası’yla da sınırlı değil. Terörle Mücadele Yasası’ndan Atatürk’ü Koruma Kanunu’na kadar pek çok yasa benzeri hükümleri içeriyor. Türkiye’de yazı yazmak, düşünmek, konuşmak mayın tarlasında yürümek gibi. Söylediğiniz bir sözün, yazdığınız bir tümcenin hangi mayını harekete geçireceğini bilmeden körlemesine yürüyorsunuz. Bütün bu maddeler yetmezmiş gibi, bir de Türk yargısının yasaları korkunç kısıtlayıcı ve özgürlükler aleyhine yorumlayan yaklaşımı var.
Bu konuda ne demek istediğimi anlatmak için bir tek örnek yeter sanırım. Batı’da, azınlıkları, kırılgan grupları ırkçı ve yabancı düşmanı saldırılara karşı korumak için kullanılan “nefret suçu” kavramı uzun yıllardır Türk Ceza Yasaları’nda yer alıyor. Önceki Ceza Yasası’nda 312, şimdiki yasa da 216. madde altında yapılan düzenleme tipik bir “nefret suçu” düzenlemesidir. Dolayısıyla da bu maddenin, dini, etnik azınlıklara karşı nefreti ve şiddeti körükleyen söz ve yazılara karşı kullanılması gerekir. Ama Türkiye’deki uygulama “Temel fıkralarını” aratmayacak nitelikte oldu hep. Bu maddeler azınlıkları korumak için değil ve fakat Türkiye’de azınlıkların olduğunu söyleyenleri cezalandırmak için kullanıldı. Türkiye’de şu azınlık vardır demenin, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek olduğu kabul edildi.
Avrupa Birliği’nden gelen muazzam baskıya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde alınan yüzlerce mahkumiyete rağmen neredeyse hiçbir adım atamadığımız bir alan ifade hürriyeti. Oysa özgürce konuşmadan hiçbir sorunumuzu çözebilmemiz de mümkün değil. Bir kısır döngünün içinde debelenip duruyoruz. Yapılması gerekenler belli. Derhal yasalar gözden geçirilecek, yargıç ve savcıların meseleye Avrupa standartları çerçevesinde bakabilmesini sağlamak için ciddi adımlar atılacak vs… Hükümetin, çetin konularda AB’yi neden adım atmadığı konusunda ikna etmek için Türkiye’deki “devlet-hükümet” ayrımını kullandığını, kendilerinin hükümet olduğunu ama belli adımları, sözgelimi askerleri ikna edemedikleri için, atamadıklarını söylediklerini biliyoruz. Ancak Davos’taki racon kesmeyi gördükten sonra Başbakan’ın Türkiye’deki devletlû taifesi karşısında boyun eğdiğini düşünmek zor. Başbakan’dan, çok değil, kendisine tanıdığı kadar ifade hürriyetini tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına tanımasını bekliyoruz. Bunun önünde engel çıkaranlara karşı atacağı her türlü postanın da arkasında olacağız.
ORHAN KEMAL CENGİZ — Hukukçu
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=920696&Date=10.02.2009&CategoryID=42