Selçuk Kozağaçlı, Taylan Tanay ve onların yöneticiliklerini yaptıkları Çağdaş Hukukçular Derneği’nin uzun yıllardan beri verdikleri insan hakları mücadelesini kamuoyu yakından tanıyor. Polisin, ÇHD’li avukatlara yönelik olarak gerçekleştirdiği bu son operasyon, üç tehlikeli alana birden dokunuyor: Gözaltına alınanların avukat olması ve haklarını savundukları kişilerle aynı operasyonda gözaltına alınmaları nedeniyle savunma hakkına yönelik bir müdahale ortaya çıkıyor. Bu kişilerin aynı zamanda insan hakları savunucuları olmaları nedeniyle, insan hakları savunucularının korunması için getirilen uluslararası sözleşmelerin ihlal edilmesi söz konusu oluyor. Yine bu operasyon sırasında ÇHD bürolarında yapılan aramalar ve evraklara el konulmasıyla birlikte örgütlenme özgürlüğüne yönelik bir müdahale ortaya çıkıyor. Bu kadar çok alana birden müdahale eden bu operasyon ancak ciddi suçlamalar ve sağlam delillere dayandırıldığında meşru kabul edilebilir. Yukarıda sözünü ettiğim özgürlüklerin hiç birisi insanlara ayrıcalık olsun diye getirilmiş keyfi düzenlemeler değildir. Avukatların mesleki faaliyetlerinde korunmaları, insan hakları savunucularına ilişkin ayrıca koruyucu tedbirler getirilmiş olması ve keza örgütlenme özgürlüğünün, hele hele insan hakları alanında faaliyet gösteren örgütler için kıskançlıkla koruma altına alınması, hepsi de tarihsel tecrübeler ışığında demokrasi ve insan haklarının korunması için getirilmiş düzenlemelerdir. Bu payandaları ortadan kaldırdığınızda, devlet ve kamu makamları diğer bütün hak ihlallerini çok rahat bir şekilde gerçekleştirebilir bir hale gelir, rejim hızla otoriter ve totaliter tonlar kazanır. ÇHD’li avukatlara getirilen suçlamalar, operasyonun amacına ve meşruiyetine ilişkin şüphe uyandırıyor. Okuduğum pek çok haberden aklımda kalanlar, “kozmik casusluk”, “terör örgütünün hukuk yapılanmasını” oluşturmak vd. “Soruşturmanın gizliliği” gibi bahanelerin arkasına saklanmadan, bu avukatların neyle suçladıklarının ve bu suçlamaların hangi delillere dayandığının süratle kamuoyuna açıklanması gerekiyor. Aksi takdirde, insan hakları savunucusu avukatların, peşini sürdükleri yargısız infazlar ve işkence davaları nedeniyle, canını sıktıkları kolluk güçleri tarafından hedef alındıkları yönünde bir karine söz konusu olacaktır. Son birkaç söz de, genel politik iklim üzerine: Uzun yıllar pençesinde kıvrandığımız askeri vesayet rejimi, kendisine muhalefet edenleri “iç düşman” diye yaftalayıp bir kenara atardı. Şimdi bu “iç düşmanların” yerini “şüpheliler-sanıklar” alıyorsa eğer hiç kimse sivilleşmeden ve demokratikleşmeden söz etmesin. Çekiçler ve onların dövdüğü çivilerin değişmesi değildir bir ülkeyi demokratikleştirecek olan. Önemli olan, rejimin, tek aleti çekiç olduğu için bütün sorunları çivi gibi görenlerin tasallutundan kurtulmasıdır. Bu son avukat operasyonu, çekiç ve çivi denkleminden bir türlü kurutulamadığımız izlenimi yaratıyor maalesef. Bu satırları yazdığım sırada avukatlar hâkim önüne çıkarılmayı bekliyorlardı. Meslektaşlarımın bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum.
Orhan Kemal Cengiz
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1117813&Yazar=ORHAN-KEMAL-CENGIZ&CategoryID=99