Demokrasilerde Hak ve Özgürlükler Keyfiyete Bırakılamaz!

Basın Açıklaması Tarihi: 18/06/2007
İNSAN HAKLARI GÜNDEMİ DERNEĞİ
TR004/2007/5681 PSVK Değerlendirmesi


Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 13 Haziran 2007 tarihinde onayladığı ve polise olağanüstü yetkiler getiren 5681 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (PVSK) yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Bu kanun, totaliter ve otoriter rejimlerdeki uygulamaları andıran düzenlemeleriyle, bugün sahip olduğumuz temel haklar ve özgürlükler düzeyinde ciddi bir gerilemeyi ifade etmektedir.

İnsan haklarına dayalı demokratik bir toplum ilkesi ve standartlar açısından bu kanunun sakıncaları, ana başlıklar halinde şöyle özetlenebilir:

1- Yürürlükteki CMK gereğince arama, ancak makul şüphe var ise ve hâkim kararıyla olanaklıydı ve Cumhuriyet Savcılarına ancak istisnai durumlarda, geçici yetki veriliyordu (gecikmesinde sakınca bulunması ve makul şüphe koşullarının bir arada bulunması kaydıyla). Eski PVSK’nın 9. maddesi uyarınca, polis ancak hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, en büyük mülki amirin yazılı izniyle önleme aramaları yapabiliyordu.

Getirilen değişiklik ise, hâkim denetimini kaldıran, makul şüphe yerine polisin sübjektif değerlendirmesini koyan keyfi aramaya yer verilmektedir. Buna göre polis, hiçbir objektif ölçüye bağlı olmaksızın, kendi kültürüne, deneyimine, tehlike algısına, yani tamamen sübjektif niyetine göre keyfi arama yapabilecektir. Artık her an yolda bir kolluk kuvveti tarafından durdurulabilir ve aranabiliriz; hem de defalarca.

Polis artık hâkim kararı olmadan kimlik tespiti yapabilecek, üstve eşya arayabilecek, hatta durdurup fiili gözaltı yapabilecektir. Soru sorabilecek ve eğer yanıtlamazsak bizi karakola da götürebilecektir. Bu durum, Anayasa ve yasalarla, üstün iç hukuk normu olan uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan özel yaşamın gizliliği, seyahat özgürlüğü, barışçıl gösteri yapma hakkı başta olmak üzere, kişi özgürlüğü ile ilgili tüm hakların ihlaline kapı açmaktır.


Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS) Madde: 5- Özgürlük ve Güvenlik Hakkı

1. Herkesin özgürlüğe ve kişi güvenliğine hakkı vardır. Aşağıda belirtilen haller ve kanunda belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.

2. Tutuklanan her kişiye, tutuklanmasını gerekli kılan sebepler ve kendisine yöneltilen her türlü suçlamalar en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilir.

3. Bu maddenin 1/c fıkrasında açıklanan şartlara göre tutuklanan veya gözaltına alınan herkes hemen bir yargıç veya adli fonksiyon yapmaya kanunla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır. Kendisinin makul bir süre içinde muhakeme edilmeye veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir.

4. Tutuklanma ve gözaltına alınma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının kanuna uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesini ve kanuna uygun görülmemesi halinde serbest bırakılmasını sağlamak için mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.

5. Bu maddenin hükümlerine aykırı olarak bir tutuklama ve gözaltına alınma işleminin mağduru olan herkesin tazminat istemeye hakkı vardır.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (AİHM): Hüseyin Esen v. Türkiye; 49048/99; 08.08.2006; Para65-81: Mahkeme başvuru sahibinin dava sırasında 5 yıl 4 ay alıkonulduğunu belirtti. Ama verilen bilgilere göre başvuranın alıkonulması sırasında hukuk otoriteleri başvuru sahibinin kanıtlarının ortadan kaybolması ya da imha edilmesi konusunda bu kadar ısrarcı olması riskini belirtmede başarısız oldu. Ayrıca her ne kadar ‘kanıt devleti’ mevcut olan ve varlığını sürdüren yasalara aykırılığın bir işareti ise de genellikle bu durumlar konuyla ilgili etkenler olabilir, bunlar alıkonulmanın bu denli uzun olmasının geçerli nedeni değildir. Sonuç olarak, mahkeme madde 5/3’e aykırılık olduğunu tespit etmiştir. (…) Mahkeme başvuru sahibi tarafından yapılan tüm temize çıkma taleplerinin aynı nedenlerle reddedildiğini gözlemledi. Başvuru sahibinin dava sırasında alıkonulmasına, kanuna uygun olarak meyden okuması için etkili bir yol olmadığı göz önünde bulunduruldu. Buradan da madde 5/4’ün ihlali söz konusudur.

2-Teknik araçlarla dinleme ve izleme, CMK’ da var olan şekliyle ancak “bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine dair KUVVETLİ ŞÜPHE varsa ve BAŞKA SURETTE DELİL ELDE ETMEK MÜMKÜN DEĞİLSE, hâkim kararıyla, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise savcı kararıyla” mümkündü ve savcının kararı derhal hâkimin denetimine tabi idi.

Mevcut haliyle bile, pratikte ilgili ilgisiz herkesin dinlenmesine, kişilerin yakınlarıyla yaptıkları özel konuşmaların kolluk kuvvetlerince dinlenerek kayıt altına alınmasına, traji komik göz altılara, soruşturmalara yol açan bu yasanın kapsamının daraltılması gerekirken, daha da genişletilmesi, bir gerileme anlamını taşıdığı gibi, özel yaşamın gizliliğini tümüyle ortadan kaldırılması gibi tehlikeli sonuçlara yol açabilecektir.

Kabul edilen yeni yasa “soruşturmanın varlığı, kuvvetli suç şüphesi ve başka şekilde delil olanağı bulunmaması ” koşulları ile sınırlandırılan izleme-dinleme faaliyetleriyle ilgili tüm şartları ortadan kaldırmaktadır. Polise “istihbarat faaliyeti kapsamında ve hâkim kararı olmadan” herkesi dinleme izleme yetkisi verilmektedir. Bu durumda, keyfi bir şekilde suç ve suç delili yaratılabileceği gibi, ülkede büyük bir gözaltı oluşturulmaktadır. “Uygulamada kötüye kullanılabilecek bu yetki, Anayasanın ve AİHS’nin koruması altındaki özel ve aile yaşamına saygı hakkını tümüyle kolluğun insafına terk edecek bu düzenlemedir. Geçtiğimiz yıllarda MİT’in Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin bir kararına dayanarak belli bir bölgede, suç ve sanık sınırlaması olmaksızın herkesi dinlediği hala hatırlardadır. Bu örnek ve geçmişte tüm ülkenin dinlendiği Telekulak skandalları uygulamada nelerin olabileceğine dair en somut ihlal örnekleridir. Ayrıca sınırlanan haklar ile elde edilmesi öngörülen sonuçlar bakımından getirilen önlemler orantılı olmadığı gibi, bütün bunlar demokratik bir toplum için zorunlu tedbirlerden değildir.

 

AİHS Madde:8- Özel ve AileYaşamına Saygı Hakkı Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesi tarafından müdahale, demokratik bir toplumda ancak ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olan ölçüde ve kanunla öngörülmüş olmak şartıyla söz konusu olabilir.

 

AİHM Kararı: Ahmet Özkan ve Diğerleri v.Türkiye; 21689/93,06.04.2004; Para 285: Mahkeme 20 Şubat 1993 günü güvenlik güçlerinin eylemleri neticesinde 3 köylünün evinin kasten yakıldığına ve 11 köylünün evinin ateş nedeni ile harap olduğuna karar vermiştir. Mahkeme bu nedenle ilgili hükümetin Sözleşmenin 8. maddesine göre bu14 evin yanmasından sorumlu tutulacağına hükmetmiştir.

Siirt cumhuriyet savcılığı tarafından yürütülen soruşturmaların ortaya çıkardığı bulguların 20 Şubat 1993 tarihinde yaşanan olaylarda evleri zarar gören Ormaniçi köylülerine tazminat ödeme amacına yönelik ayrı bir iç hukukyolu izlenmesine yol açtığını gösterir bir bulgu yoktur. Bu nedenle de Sözleşmenin 8. maddesi ihlal edilmiştir.

3- Uluslararası insan hakları hukukuna göre; olağanüstü durumlarda bile sınırlandırılamayan ve güç kullanımını belli koşullara bağlayan yaşam hakkı, yeni düzenlemede güvenlik güçlerine tanınan silah kullanma yetkisiyle tamamen keyfiliğe terk edilmiştir. Bu yasayla, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği doğrudan silah kullanma yetkisi yeniden getirilmektedir. Yakın geçmişte Uğur Kaymaz ve babasının öldürülme şekli hatırlandığında, bugün güvenlik güçlerinin orantısız güç ve silah kullanma sorunu çözülememişken, böyle bir yetki genişletmesi, kişilerin yaşam hakkının daha büyük bir tehdit altına girmesine yol açacaktır. Silah kullanma yetkisi çok sıkı kurallara bağlanması gereken ve çok istisnai olarak kullanılması gereken bir yetkidir. Bu nedenle bu yetkinin böylesine geniş bir biçimde düzenlenmesi, yaşam hakkı açısından vahim bir durum arzetmektedir. Türkiye’de çok önemli bir sorun olan, kolluk güçlerinin gerçekleştirdiği işkence ve yaşam hakkı ihlalinden doğan davalardaki cezasızlık sorunu ile birlikte düşünüldüğünde, zor kullanma ve silah kullanma yetkilerinin genişletilmesine ilişkin bu düzenlemenin vahameti daha iyi anlaşılabilir. Geçtiğimiz yıllarda AİHM Türkiye’yi hem etkili soruşturma yürütmediği hem de aşırı güç kullandığı gerekçesiyle, yaşam hakkını ihlal ettiği için defalarca mahkûm etmiştir. İnsan haklarıyla ilgili tüm metinlerde kutsal bir değer olarak kabul edilmiş olan insan varlığının fiziksel ve zihinsel bütünlüğünü bozma potansiyeli taşıyan bu tür yasaların acısını geçmişte hepimiz fazlasıyla yaşadık.

 

AİHS Madde:15- Olağanüstü Durumda Yükümlülük Azaltma

1. Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek şartıyla bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.

2. Yukarıdaki hükme dayanılarak, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen olum olayları dışında ikinci madde (Yaşama Hakkı) ile üçüncü (İşkence Yasağı) ve dördüncü maddeler (Kölelik ve Zorla Çalıştırma Yasağı) (fıkra-1) ve yedinci madde (Kanunsuz Ceza Olmaz İlkesi) hiçbir suretle ihlal edilemez.

 

AİHM Kararı; Şemse Önen v. Türkiye; 22876/93 14.05.2002;Para 80. : Komisyona göre, saldın sonrası yapılan araştırma ve daha sonra yürütülen soruşturmalar bir takım eksiklikler içermektedir. Komisyona göre, olay yeri incelemesi iyi yapılmamış, olay sonrası bazı tanıkların ifadesi alınmamış, Orhan Ertaş’tan olay saatinde nerede olduğu araştırılmamış ve Devlet Güvenlik Mahkemesince bazı tanıklardan hayati önem taşıyan bilgiler alınmamıştır. Bu bulgular muvacehesinde, madde 2 anlamında etkili bir soruşturma yapılmamıştır ve bu sebeple 2. maddenin ihlali sözkonusudur.

 

AİHM Kararı; Hamiyet Kaplan ve diğerleri v. Türkiye; 36749 /97;13.09.2005; Para 46-63: AİHS’nin 2. maddesinde bizzat belirtildiği gibi, güvenlik güçlerinin öldürücü güce başvurmaları belli hallerde meşru sayılabilir. Bununla birlikte 2. madde, sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Devlet görevlilerinin fiillerinin sınırlarının kurallarla çizilmemiş olması ve bu konuda keyfiliğe izin verilmesi, insan haklarına saygı ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bu husus, gücükeyfi ve kötüye kullanmaya karşı, yerinde ve etkili bir sistem içinde, polis operasyonlarının iç hukukla yetkilendirilmesinden başka, bu hakkın yeterince sınırlandırılması gerektiğinin göstergesidir. (…) Mahkemeye sunulan deliller ışığında AİHM, AİHS’nin 2 § 1. maddesinin ilk bölümünde uygun yasal ve idari çerçeve kapsamında yetkililere yüklenen pozitif yükümlülükle ilgili olarak, mevcut durumdaki gibi olayların özel koşullarında, öldürücü potansiyel güce başvurulan polis operasyonunda istisnai olarak oluşabilecek gerçek risk faktörlerini doğrudan gidermek için Türk yetkililerin vatandaşların hayatlarını koruma düzeyinde gerekli önlemleri almak bakımından makul olarak bekledikleri söylenememektedir. Bu doğrultuda AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiştir.

 

AİHM Kararı; Ahmet Güleç v. Türkiye; 54/1997/838/1044; 27.07.1998; Para 68: (…) Komisyon Sözleşme’nin 2.Maddesi kapsamında, düzenlenen gösterinin bir ayaklanma olarak değerlendirilebileceğini kabul etmiş, ancak düzeni korumak için bir gösteri sırasında savaş silahı kullanılmasının uygun olamayacağı görüşünü ifade etmiştir.

Para 71.; Mahkeme, Komisyon gibi, mevcut davada güç kullanımının, 2. Maddenin 2. paragrafının (c) bendi kapsamında haklı gösterilebileceğini kabul eder; ancak bu hususta amaçlanan hedefe ulaşmak için kullanılan araçlar arasında bir denge kurulması gerektiği dikkate alınmamaktadır. Jandarmalar, çok güçlü bir silah kullanmışlardır, çünkü copları, koruyucu kalkanları, su topları, plastik mermileri veya göz yaşartıcı gazları yoktur. Bu malzemelerin olmaması, tamamen anlaşılamaz ve kabul edilemezdir, çünkü Şırnak ili, Hükümet’in de belirttiği üzere, olağanüstü halin ilan edildiği bir bölgedir, söz konusu tarihte her türlü kargaşanın çıkması olasıdır.

Para 73.: Sonuç olarak, Mahkeme, davaya neden olan olaylar sırasında Ahmet Güleç’in ölümüne sebebiyet veren ve göstericileri dağıtmak amacıyla kullanılan gücün 2. Madde kapsamında gereksiz olduğu kanaatine varmıştır.

4-Daha önce ancak bir suç soruşturması kapsamında ve belli sınırlamalarla alınan parmak izi ve fotoğrafların, artık suç soruşturmasına gerek kalmaksızın her pasaport, silah ruhsatı, vatandaşlık başvurusu gibi işlemlerde bile alınması ve kişinin ölümünden sonra dahi on yıl süreyle saklanması yetkisi getirilmektedir. Kısacası neredeyse karakola işi düşen herkesin parmak izi alınacak, fotoğrafı çekilecek. Bu düzenleme darbe ve sıkıyönetim dönemlerini anımsatan bir uygulamadır. Kişiler öldükten sonra bile on yıl süre ile fişlenmeye devam edilmektedir. Parmak izlerinin hâkim denetimi olmaksızın alınması, saklanması ve kullanılması, telafisi güç zararlar doğurma riskini taşımaktadır. Böylece, teröre karşı güvenlik sağlama adına, kişi haklarına ilişkin güvenceler feda edilmektedir.

Kısacası yeni düzenleme ile;

*Herkes her yerde hâkim kararı olmaksızın keyfi biçimde dinlenebilecek ve izlenebilecektir.
*Tüm kolluk kuvvetleri, kişisel bilgilere keyfi bir şekilde ulaşabilecektir
*Hâkim kararı olmaksızın keyfi olarak üst, araç ve konut aranabilecektir
*Kolluk kuvvetleri dilediğince güç kullanabilecek, gaz,köpek vb. araçların kullanımındaki uluslararası standartlar önemsenmeyecektir
*Silah kullanma yetkisi genişletilerek yaşama hakkı ihlallerinin önü açılacaktır. Bu durum aynı zamanda keyfi ve hukuk dışı infazların yaygınlaşması gibi büyük bir tehlikeye yol açacaktır.
*Herkesin parmak izi, fotoğrafı alınabilecek, herkes fişlenecektir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (AİHM): Hüseyin Esen v. Türkiye; 49048/99; 08.08.2006 Para 35-49: Polis gözetiminden hemen sonra başvuru sahibinin kötü muamele gördüğü ve 7 günlük tıbbi rapor aldığı mahkeme tarafından belirlendi. İstanbul Yargı Mahkemesi ceza kanununun 243.maddesine göre başvuru sahibine karşı gerçekleştirilen davranışların işkenceye girdiğini tespit etti. Bu şartlar altında mahkeme bütün olarak muamelenin başvuran üzerinde şiddete yol açtığını göz önünde bulundurarak muamelenin sürekliliğinin ve amacının özellikle ciddi ve dayanılmaz olduğunu, aşırı acı ve ızdıraba yol açtığını kabul etmiştir. Bu nedenle bunlar işkence olarak nitelendirilmelidir. Aynı şekilde mahkeme başvurana işkence yapılarak madde 3’ün ihlal edildiğini bildirmiştir.

Türkiye’deki kolluk kuvvetlerinin uygulamaları düşünüldüğünde getirilen geniş yetkilerin olası sonuçlarını kestirmek hiçde zor değildir. AİHM 2006 raporuna göre Türkiye görülen davalar bakımından, toplam 334 davayla Avrupa’da birinci sırada yer almaktadır. Tüm ülkede büyük birgözaltı yaşatılmaya çalışılmaktadır. Şurası unutulmamalıdır ki, bir ülkedeki siyasi sistemin meşruiyeti demokrasi ve insan haklarına gösterdiği saygıyla ölçülür. Demokrasi ve insan hakları karşılıklı bir bağımlılık içerir. Bu yüzden ülkemizi bu türden anti-demokratik yasalarla yönetmeye kimsenin hakkı yoktur.

İnsan Hakları Gündemi Derneği olarak, insan haklarını güvenliğe kurban eden bu tür yasa ve uygulamaları protesto ediyor ve kanunun derhal yürürlükten kaldırılmasını talep ediyoruz.

Saygılarımızla.