İslam Dünyasında Özgürlük Sorunları ve İran Örneği

14.11.2004

Son yüzyıl’ı acılar içinde geçirmek zorunda kalan Müslüman toplumların büyük çoğunluğu bu yüzyıl’a da ne yazık ki temel insani değerlerden yoksun bir durumda adım attılar.Özellikle Ortadoğu’da dış güçlerin desteğiyle varlığını sürdüren baskıcı ve otoriteryen yapıdaki siyasal sistemlerin özgürlük ve eşitlik taleplerini yok sayması çözümü güçleştiriyor.Bir dini model olarak İran’da yaşananlar ise siyasal katılımcılık, çoğulcu bir sivil toplum örgütlenmesi, ifade özgürlüğü gibi pek çok konuda özgürlükçü bir yaklaşım yerine yasaklayıcı ve sınırlandırıcı uygulamaların öne çıktığı gözleniyor.İran örneğinden hareketle İslam dünyasındaki özgürlük sorunlarının arkaplan’ına bakmakta yarar var.

İran’da devrimin üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen toplumun temel hak ve özgürlükler açısından yaşadığı sorunlar giderek artıyor.Bir din devleti olarak kendini tanımlayan İran, İslam dünyasındaki siyasal model arayışları bakımından da kötü bir örnek oluşturuyor. Son olarak parlamento seçimlerine katılacak çok sayıda adayın Anayasa’yı Koruyucular Kurulu (AKK) tarafından adaylıklarının reddedilmesi ile iyice ortaya çıkan siyasi krizin nedenleri üzerinde düşünmek gerekiyor.

İran’da bugün varolan siyasi yapının dine dayalı bir yapı olduğu doğru olmakla birlikte bu yapının İslam’ın haklar ve özgürlükler temelindeki siyaset teorisi ile ne denli uyum içinde olduğu tartışma konusu.Gelinen noktada İslam devrimini korumak ve mevcut siyasi modeli sürdürmek adına düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, kişi dokunulmazlığı ve güvenliğine “din” adına müdahale edildiği ve örgütlenme özgürlüğünün ciddi şekilde engellendiği gözleniyor. Anayasanın korunması için bir kurul oluşturulması, seçme ve seçilme özgürlüğünün “devrimin değerlerini korumak için” yine bu kurul tarafından sınırlandırılması ve meclis dışı dokunulmaz siyasi mekanizmaların egemenliğini sürdürmesi baskıcı ve tek tipçi rejimlerde görülen uygulamalar.

Bugün İran örneğinde görülen en ciddi çarpıklıklardan biri olarak din’in resmi ideolojiye dönüştürülmesi öne çıkıyor. Bir başka ifade ile din adına yönetimi elinde bulunduranların dinin öğretileri doğrultusunda oluşturduklarını iddia ettikleri siyasi yapıyı (İran İslam Cumhuriyeti gibi.) ve benimsedikleri dini yorumları zaman içinde kutsal ve dokunulmaz görmeye başlayarak farkında olmadan (belki de farkında olarak) resmi görüş ve ideoloji haline getirmeleri siyasi ve toplumsal krize yol açıyor. Dolayısıyla dini liderleri veya anayasanın temel hükümlerini eleştirmek sanki dini ve dince kutsal sayılan değerleri eleştirmek gibi algılanıyor ve ağır bir şekilde cezalandırılabiliyor.

Dinin bu şekilde siyasallaştırılmasının özgürlükler alanını yok eden uygulamaların zeminini hazırladığı açıkça görülmektedir. Örneğin, bir süre önce Tahran Üniversitesi Tarih Profesörü Haşim Aghajari’nin dini liderleri eleştirerek toplumu körü körüne Ayetullah’ların düşüncelerinin peşinden gitmemeye çağırması ve rejime yönelik eleştiriler getirmesi, ölüm cezası istemiyle yargılanmasına neden oldu. Benzer şekilde ünlü İranlı düşünür ve akademisyen Abdülkerim Suruş’un üniversitede verdiği derslerde eleştirel üslup kullanmayı sürdürmesi üzerine resmi makamlar tarafından ders vermesi engellendi ve ülkesini terk etmek durumunda bırakıldı.

Resmi otorite sahipleri, bu eleştirilerin asıl amacının toplumu fesada sürükleyerek İslam devrimine karşı kışkırtmak olduğunu belirterek, bunun ölüm cezası gerektiren bir suç olduğunu savunmaktadırlar. İfade özgürlüğüne ve hukukun temel ilkelerine tamamen aykırı olan bu cezalandırma şeklinin yanısıra özellikle kadınların giyim kuşam tarzının yine “din” adına devlet tarafından belirlenmesi de sanki dini bir zorunlulukmuş gibi sunulmakta, oysa çok sayıda İslamcı düşünür tarafından bu yaklaşım her şeyden önce kadını aşağılayan bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir.

Esasında otoriteryen tüm siyasi yapılarda benzer toplum mühendisliği projelerinin farklı isimler altında ve farklı gerekçelerle sürdürüldüğünü görmek mümkündür.İran’da din adına tüm kadınların başlarını örtmeleri istenirken Türkiye ve Fransa’da da sekülerizm adına kadınların başlarını yine devlet eliyle açmaları istenmektedir. Benzer şekilde Küba’da sosyalist değerlerin ve devrimin korunması kaygısıyla temel özgürlükler sınırlandırılmaktadır. Halen Küba’da seyahat özgürlüğünü kullanmak çok ciddi bir sorundur. Suudi Arabistan siyasal sisteminin uygulamalarını eleştirmek ise dini eleştirmek olarak algılanmakta ve temel özgürlükler yine din adına yok sayılmaktadır.

Devletin din veya başka bir ideoloji adına korunmasının savunulduğu ülkelerin anayasa ve ceza hukukuna bakıldığında ifade özgürlüğünü sınırlayan en önemli unsurlardan biri “devletin manevi şahsiyetinin incinmemesi ve tahkir edilmemesi” için yapılan yasal düzenlemelerdir.Böylece devletin resmi veya egemen ideolojik yapısını eleştirmek aynı zamanda devlete karşı suç işlemek ile eş anlamlı hale getirilmektedir.

Özellikle İslam dünyasında yaygın olan otoriter yönetimlerin baskısı altında yaşayan toplumlar temel insani değerlerden mahrum bırakılmak suretiyle, sivil toplumun gelişmesi ve örgütlenmesinin önüne geçiliyor. Günümüz müslüman toplumları için ne yazık ki İslam dünyasında temel insani değerlerden beslenen özgürlükçü, çoğulcu ve şeffaf nitelikler taşıyan örnek siyasi modeller bulunmuyor. Bu olumsuzluklar bize hangi siyasal sistem geçerli olursa olsun insan hak ve özgürlüklerini, eşitlik ve adalet ilkelerini her koşulda korumanın önemini daha iyi göstermektedir. İnsan hakları aktivistleri, bir yandan insan hakları ihlallerinin kaynağında baskıcı ve dayatmacı anlayış ve uygulamaların belirleyici olduğunu çekinmeden ifade ederken diğer yandan da iyileştirmelerin nasıl olması gerektiği üzerine düşüncelerini de açıklamalıdırlar. Böylece herhangi bir din veya ideolojinin temel değerlerini kabul veya ret bakışaçısı yerine, sözkonusu din veya ideoloji adına hareket edenlerin uygulamalarının özgürlükler hukuku ve evrensel insan hakları değerleri açısından kritiğinin yapılması tarafsızlık ilkesi ve güvenilirlik bakımından daha çok önem taşımaktadır.
SELVET ÇETİN