Medeniyetin göstergeleri nelerdir diye sorduğumuzda genellikle iktisadi gelişmişliğe, teknolojiye atıfta bulunuruz. Oysa bir toplumun gelişmesinde rol oynayan bazı temel nitelikler vardır ki onların yokluğunda bir medeniyetin kurulması ya da devamı olanaksızdır. Karşılıklı güven, sağduyuya kulak verme, farklı görüşlerden faydalanma, eleştiriye açık olma bu niteliklere örnek olarak verilebilir. Üniversiteler üzerine son günlerde yapılan tartışmalara baktığımızda bu niteliklere ne kadar önem verdiğimizi anlayabiliriz.
Hükümetin yüksek öğretim kurumlarının yasal çerçevesini değiştirmeye yönelik gayretleri yılbaşından beri sürüyor. Yapılan çalışmalar sonucunda bir taslak kamuoyuna sunuldu. Söz konusu taslağın tatmin ediciliği konusunda birçok kesimin kuşkuları var. Yapılan öneriler, hukuki, teknik, idari ve mali yönleri bakımından ayrı ayrı ele alınıp incelenebilir. Ama tüm bunlardan önce yapılması gereken ilgili tüm tarafların birbirlerini dinlemeye hazır oldukları bir ortamın inşa edilmesidir.
Son günlerdeki gelişmeler bırakın böyle bir ortamın inşasını, tam tersine bir eğilimin güç kazandığını gösteriyor. Gerginlik yaratıcı açıklamalar, kamuoyunu bilgilendirme kaygısı taşımayan polemikler, siyasi güç gösterileri, klişe ve kalıpların tekrarı bir anda gündeme egemen oldu.
Öncelikle üniversite rektörlerinin eğitim yılı açılış konuşmalarına değinmek gerekir. Rektörler bu konuşmalarında işin özüne değinip önerilerini sunmak yerine kendilerinin sistem içindeki konumlarına ve etkilerine değinmekle yetindiler. Öyle anlaşılıyor ki yaz ayları boyunca alternatif çözümler üretmek, bu çözümleri öğretim üyeleri ile paylaşmak yerine bir açılış konuşması yapmayı tercih etmişler. Şu ana kadar yapılan konuşmalardan hiçbirinde yararlanabilecek bir alternatif önerinin sunulmadığını görmek, üniversiteler gibi asıl işlevleri bilgi üretmek olan kurumları temsil edenlerin kısır tartışmalardan medet umduklarına tanık olmak gerçekten üzüntü verici gelişmeler. Umarız, ciddi öneriler üzerinde çalışan fakat henüz kamuoyuna açıklamada bulunmamış üniversitelerimiz vardır.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın Sivas Üniversitesi’nin açılışı nedeniyle yapmış olduğu konuşma da özlemini duyduğumuz sağlıklı tartışma ortamının oluşmasına katkıda bulunmadı. Belki de tam tersine bir etki yarattı. Sayın Cumhurbaşkanı bu konuşmada üniversitelerin devlete ait olduğunun altını çizdi. Acaba bu vurguya niçin ihtiyaç duyuldu? Eğer kastedilen bu kurumların mülkiyetinin kamuya ait olduğu ise bu zaten bilinen bir gerçek. Dolayısıyla bu sözler, Türkiye’deki üniversitelerin devletin bir uzantısı olduğunu ve hükümetin, öğretim üyelerinin, onların derneklerinin, öğrencilerin ve kamuoyunun görüşlerinin ötesinde bir devlet ve o devletin öncelikleri olduğunu akla getiriyor. Böylesine tarafları dışlayan ve hükümeti dahi devletten saymayan bir yaklaşımın bizi toplum olarak sağlıklı bir tartışma ortamına sevk edemeyeceği ortada.
Hükümet tarafına gelecek olursak, bu kanadın da son günlerde soğukkanlılığını ve sağduyusunu yitirdiğini söyleyebiliriz. Sayın Başbakan Erdoğan, yaptığı son konuşmada kamuoyunu bilgilendirmek yerine yeni kısır tartışmalara zemin yaratacak bir üslup benimsedi. Oysa hükümetin bu konuda diyebileceği çok şey var. 12 Eylül askeri rejimi tarafından kabul edilmiş, ne tabandan ne de tavandan günümüze kadar kimsenin dokunmaya cesaret edemediği bir üniversite yasasını demokratik toplumun değerlerine göre yeniden düzenleme girişiminin savunusu bu kadar cılız olmamalıydı.
Türkiye’de üniversite reformuna ilişkin tartışmaların girdiği yol memnun edici olmadığı gibi her geçen gün gerginlik daha da artıyor. Meşhur “rejim sorunu” yine dillerde dolaşmaya başladı. Kamuoyu ne zaman rejim sorununu tartışmaya başlasa Türkiye geriye bir adım atmıştır. Çünkü rejim sorunu dost ve düşman sorunudur. Sadece rejimi savunanlar ve onun karşıtları vardır ortada. Bir mesele rejim sorunu olarak ele alınıyorsa, müzakere, diyalog, eleştiri, sağduyu, karşılıklı saygı ve güvene yer yoktur artık.
Üniversitelerimizin içinde bulunduğu durum tüm aktörlerin bir araya geldiği platformlarda ele alınarak tespit edilmeli, yapılması gerekenler konusunda uzman görüşlerine başvurulmalı, diğer ülkelerdeki başarılı örnekler analiz edilmeli, peşin fikirler bir yana bırakılarak işleyebilecek, verimli modeller kurulmalıdır. Ancak tüm bunları gerçekleştirebilmenin ön şartı birbirimizi anlayabilme yeteneğimizdir. Ortada üniversite reformu yapmaya yönelik bir hükümet iradesi var. Toplumun büyük bir kesimi askeri rejim ürünü yasaya tepki duyuyor. Yeterli bilgi ve deneyime sahip akademisyenlerimiz var. Yirmi bir yıldır işleyen ve olumsuz yanları yıllardır vurgulanan bir YÖK tecrübesine sahibiz. Yapmamız gereken, bir araya gelip ortak akıl üretmektir.
Eğer hükümet bu ortak aklın üretilmesini engelliyorsa o zaman bu tutuma karşı koyabiliriz. Ancak, hükümete yönelik eleştirilerin önemli bir kısmının statükonun ve bazı yerleşik çıkarların korunması kaygısından hareket ettiği de ortada. Aksi halde kendileri de YÖK sistemini eleştirenlerin, niçin bu sistemin özünü oluşturan kurumları savunduklarını açıklamamız zorlaşır.
Dr. LEVENT KORKUT
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi