Saylan olayı ve en küçük azınlık

Berat ÖZİPEK

Türkiye sırat köprüsünden geçiyor. Artık ne geriye dönme şansı var, ne de hata yapma lüksü.

İşte bu yüzden çok dikkat etmek zorunda.

Ergenekon Davasının ‘tamamına ermesi’ için de gerekli bu.

Çünkü Türkiyeli seçkinler, öteden beri bu davadan huzursuz görünüyorlar. Böylesine rezil işler yapan bir çeteyi açıkça savunamıyorlar ama onların tasfiye edilmesiyle gelecek yeni düzenden de kuşku duyuyorlar. Türk solunun ezici bir çoğunluğu da, başka bir yoldan gelerek, sonuçta onlarla aynı yere varıyor. Onlar da, ‘gerici’ bir hükümet eliyle sağlanacak bir arınmadansa, JİTEM’le yaşamaya razı görünüyorlar. Bu yüzden de soyut düzeyde ‘derin çetelerle mücadele’ talep ederken, onun somut olanını görmezden geliyorlar.

Genelkurmay, tarihindeki ilk ‘adil yargılanma hakkı’ konulu açıklamayı Ergenekoncular için yapıyor, Doğan Grubu daha çok davayla ilgili kuşku uyandıracak ‘haber’ler veriyor ve DTP bile Ergenekon’a karşı ‘demedi demesinler’ kabilinden açıklamalarla konuyu geçiştiriyor.

Yani zor bir dava bu.

Bu yüzden Ergenekon Davası, her kesimden sağduyulu ve adil kanaat önderlerinin ve ayrımsız insan hakları perspektifine sahip sivil toplum örgütleriningözetimini zorunlu kılıyor.

Ama onlar da öyle az ki.

Türkan Saylan olayı, bu bakımından önemli bir örnek oldu.

Bir kesim, Saylan’ın evinin aranmasına dahi karşı çıktı. Şikayet ettikleri, kemoterapi gören 70’li yaşlardaki bir kadının evinin aranmasından duyulan insani kaygıdan ibaret olsaydı, söz konusu hukuki sürecin daha fazla özenle işletilmesi istenseydi, sözüm olmazdı. Ama genellikle bunun yerine, operasyona ideoloji, çağdaşlık, laiklik temelinden itiraz edildi.

Olayı ‘Çağdaş yaşama baskın’ manşetiyle veren gazeteler oldu. Baskında el konulan öğrenci listelerinin Fethullahçılara verilmesi tehlikesinden bahsedecek kadar akıl dışı kuşkular dile getirerek, farkında olmaksızın öfke ve önyargılarını sergileyenler oldu. Saylan bir anda azizeler mertebesine yükseltildi. O’nun darbelere karşı olduğuna ilişkin açıklamaları, ‘darbelere karşı olduğunun tartışılmaz delili’ olarak görülerek ‘Ergenekon’la ne ilgisi olabilir?’ diye savcılar suçlandı. Hatta ‘ille de arama yapılacaksa’, bunun önce bir mektupla bildirilmesi’ni öneren bile oldu. (Mektupla arama!; ‘Haftaya bir maniniz yoksa evinizi arayacağız’ gibi).

Hukukun egemen olduğu bir ülkede, evi aranamayacak kişi olamaz. Ergenekon ile ilgili iddialar da hukukun konusu; dolayısıyla Saylan suçlu mu suçsuz mu bilmem. Ama bildiğim, ayrımcı bir insan olarak Saylan’ın bir azize olmadığı. O’nun cüzzamla mücadele veya öğrencilere burs gibi son derece olumlu yüzünden söz edenler, aslında ideolojik olarak dünyayı ‘devrimciler’ ve ‘karşı devrimciler’ olarak bölen, insanlar arasında açıkça ayrımcılık yapan, başörtülü öğrencilerin öğrenim ve çalışma hakkını engellemeye çalışan yüzünü görmezden geliyorlar. Çünkü başörtülü kadınlara yapılan ayrımcılık, onların bütün bir hayatının karartılması onları yeterince (veya hiç?) rahatsız etmiyor. Aksi halde, ayrımcı Saylan’dan şefkatli bir Rahibe Teresa çıkarmadan önce bir kez daha düşünürlerdi.

Saylan’ın başörtülü öğrencileri ‘militan’ veya ‘casus’ olarak görüp burs vermeme hakkı var. Ama ‘genç kızlar bu mesele yüzünden üniversiteye gidemiyorlar diye üzüldüğünüz, bunun haksızlık olduğunu düşündüğünüz olmuyor mu?’ şeklindeki soruya ‘asla’ cevabını verdiği sürece o ayrımcı bir insandır (Ayşe Arman ile söyleşisi). Yasakçılık da hukuki bakımdan suç olmasa bile, ahlaki bakımdan kınamayı hak eder. Ama asıl sorun, bu ülkede bu kötülüğün nasıl olup da görülemediği. Gila Benmayor, Saylan’ın Nobel’e aday gösterilmesini bile önerebiliyor. İnsan bunu neden yapar? Ya kendisi yaşamı boyunca ayrımcılığa uğramamıştır ve uğrayanın durumunu bilmez; ya ayrımcılığı ayrımcılık olarak görmemeye çalışarak (‘onların iyiliği için’ diyerek) çelişkiyi ‘aşar’ ya da ayrımcılık olarak görür ama umursamaz.

Gelelim öteki tarafa; Saylan’ı göklere çıkaranlara aslında çok benzeyen muhaliflere. Saylan’ın evinin aranmasını onaylayanlar arasında da, onunla aynı önyargının aynadaki aksini taşıyanlara. Vicdan sahibi herkesi isyan ettirecek bir hoyratlıkla, O’nun tedavi dolayısıyla başına taktığı örtüyü bir ‘ceza’ olarak tanımlayabilen insafsızlara. İnternet sayfalarında Saylan’ın mahremiyet hakkını ihlal edici yazılar yazanlara.

Bu ülkede, Saylan’ın annesinin Hıristiyan kökeninden hareketle misyoner olduğuna ilişkin suçlayıcı ‘haber’ler yapıldı. Ne bu haberi getiren kaynağın sağlıklılığı sorgulandı, ne de misyonerliğin suçlama konusu yapılmaması gereken bir hak kullanımı (din ve vicdan özgürlüğünün bir gereği) olduğu vurgulandı.

Saylan olayı bir kez daha gösterdi ki, bu ülkedeki en küçük azınlık ne Rumlardır ne Ermeniler. Bu ülkedeki en küçük azınlık, her kesimden, ayrımsız insan hakları perspektifine sahip adaletli insanlardır.

İşte sırat’ın üstünde olduğumuz bugünlerde, onların rehberliği çok daha yaşamsal bir önem taşıyor.

Aksi halde, Ergenekon tasfiye edilse bile kötülük devam edecek.

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/berat-ozipek/saylan-olayi-ve-en-kucuk-azinlik-183231.htm