Ünlü düşünür Voltaire’in 18 yy. Fransa’sındaki dinsel baskılara karşımücadele ederken “Söylediklerinize katılmıyorum, ancak bunları söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunacağım“dediği yaygın bir söylence halini almıştır. Hatta farklı şekillerde yansımış olsa da İngilizce’sinden hareket edecek olursak söz konusu cümleyi “Söylediklerinizi protesto ediyorum ancak onları savunmak için kellemi bile veririm” olarak çevirmek dahi mümkündür. Tabii bu son söylediğim oldukça radikal bir çıkış. Tıpkı söz konusu cümlenin Voltaire’e ait olduğunu söylemek gibi. Çünkü bu radikal cümle yaygın bir diğer görüşe göre Voltaire’e ait değildir. Söz konusu cümlenin 1906’da Evelyn Beatrice Hall takma adıyla StephenG. Tallentyre tarafından, “Voltaire’ninDostları” adlı eserde Voltaire’e atfedilerek sarf edildiği söylenmektedir. Ancak her ne olursa olsun bu cümlenin hakkını vermek gerekir. Özellikle de AKP İzmir Gençlik Kollarının 18 Kasım 2006’da düzenlediği “Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkileri’ninToplumsal Etkileri” konulu konferansta bir konuşma yapan Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari BilimlerFakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Öğretim Üyesi Prof.Dr. Atilla Yayla hakkında, konferansta ifade ettiği görüşler gerekçe gösterilerek, başlatılan karalama ve linç kampanyası bunu gerekli kılar.
Yaşananlar dört farklı açıdan Türkiye’deki insan haklarıdurumunun hali hazırdaki vahim durumunu ortaya koymuştur: Bunlardan ilki, Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan ifadeözgürlüğü probleminin hala devam ediyor olmasıdır. İkincisi, Türkiye’de ifade özgürlüğü konusunda en fazla hassasolması ve ifade özgürlüğünü en fazla savunması gereken medyanın, buişlevini yerine getirmediği, aksine olumsuz bir rol oynadığıdır. Üçüncü olarak, Türkiye’de akademik özerklik ve özgürlüğün halen sağlanamadığıdır. Ve son olarak da AB süreciyle başlatılan olumlu yöndeki reformlarınhiçbirisinin kalıcı nitelik kazanamamış ve bu reformlarla sağlananözgürlüklerin her an geri alınabilir nitelikte olduğudur.
Tüm bu yaşananlara 22 Kasım 2006tarihinde Türkiye’deki insan hakları örgütleri yaptıkları bir basın açıklamasıylagereken tepkiyi gösterdi. Ancak yapılan basın açıklamasının medyanın internetüzerindeki sayfalarına yansıyan okuyucu tepkileri, bu türden başlatılan linç vekaralama kampanyalarının varacağı düzeyi göstermek bakımından oldukça ibretvericidir: “birbirinize nedenbenziyorsunuz? Oooo hepsi toplanmış, İHD, İHGD, HYD , abc, def, valla bravo.Müthiş dayanışma. Bütün Vatanseverler bir arada gözlerim yaşardı. (….)Tıpkı1000 yıllık kardeşliği kanlı bir kavgaya dönüştüren, PKK teröristlerini İnsandan sayıp, insan hakları korumasına almaya çalışmak gibi değil mi? Nedenbir arada olduğunuz daha iyi anlaşılsın istedim”;”Sen git AB’den sözde düşünceözgürlüğü adına 450 Euro al sonra Kemalizm şöyledir, Atatürk böyledir diyekonuş. Sonra ben düşünce özgürlüğü adına konuşuyorum masalını anlat. Acaba ayniAB Atatürkçü düşünceyi savunanlara da para veriyor mu? AB’nin amacı acabadüşünce özgürlüğünü geliştirmek mi yoksa Anti-Kemalizm propagandası yapmak mı?Hiç de utanmıyorsun değil mi?Bir de Prof olmuşsun, çok yazık!!!”; “bu adamüniversiteye sokulmamalı”; “Bir ülkeninkurtarıcısına, dini değerlerine, milli değerlerine hakaret fikir özgürlüğüdeğildir. Popülizm uğruna kukla olmak, bir bilim. . . . yakışmıyor. (ADAMkelimesini yukarıya koymaya elim varmadı).”;”naş prof. kendi yoluna.” ; “ödenecek bir bedel var tabiî ki. TERKET”; “Bukavgalarınızdan millet zaten bedel ödüyor, size gerek yok lümpenler sizi. Birşekilde ödeyeceksin gayet tabi. Yok öyle AB’den paraları alıp suratımızaküfretmek.” ” “Yok kardeşim senin gibilere yok sen git AB’de yaşa !!”; “Elbet Ödeyeceksin…”;”birisi Türkiye’yikötüler nobel alır !birisi Atatürk’e hakaret eder 450 bın euro alır. Var mı artıran!”; “Var, beyefendi adınızın İvan, Hristo ve başka bir şey olmadığı için Atatürk’e şükran borcunuz. Bunun ne demek olduğunu anlayabileceğinizden kuşkuluyum“.
Bir kere ilk cümleyi kuran kişi Mazlum-Der’i atlamış. Ben hemen onu da suç ortağı yapıvereyim isterseniz! Sanırım abc veya def kategorisinde ele aldı! Bununla birlikte karşımıza çıkan tablo kelimenin tam anlamıyla uğursuz bir tablo. Bu tabloyu yaratan nedenlerden birtanesi bence toplumsal kabullenme. Hatırlayacağınız gibi geçtiğimiz ay BBC tarafından yapılan bir anketin sonuçlarına göre Türkiye’de halkın %24’üişkencenin doğru olduğuna dair görüş bildirmişti. Bu oldukça yüksek bir rakam. İfade özgürlüğü ile ilgili daha önce de yapılan araştırmalar var. Acaba buaraştırma bugün yapılsa nasıl bir sonuç verir çok merak ediyorum. Ancak bir insan hakları savunucusu olarak olası bir araştırmanın sonucunu hayrayormamam için gerekli argümanlar mevcut gibi!
Ancak söz konusu okuyucu tepkileri içinde bence en ilgi çekici olanı şuydu: “Bir insanın tarih yazması, hata yapmamasını gerektirmez. Atatürk’üntabulaştırılmasına karşıyım“. Belki de aradığımız cevaplardan birisi burada yatıyor olabilir. Freud “Totem ve Tabu“adlı eserinde birer tabu hali haline getirilen totemler hakkında totemin ilkönce grubun atası olduğunu, sonrada onun koruyucu ruhu, iyilik yapıcısıdır, onakehanetlerini bildirir ve başkaları için tehlike olduğu halde, kendi evlatlarını tanır ve korur. Bu yüzden de yanlışlaşabileceği düşüncesi neredeyse mümkün değildir. Ancak, bu durum Karl R. Popper’a göre tarihsizci veya Lacan, Derida ya da Foucault gibi düşünürler açısından bakacak olursak hastalıklı bir tarihanlayışının ürünü olan “totalitarizm“in bizzat kendisidir. Çünkü her şey doğru olmak üzerine kuruludur. Yanlış olabileceğini düşünmek ve hatta ifade etmek mümkün değildir. Yanlış olduğunuileri süren en büyük düşman veya hain sayılır. Dışlanır ve hor görülür. Kuşkusuz ki bu anlayışın günümüz medeniyetini temin eden iyi yönleri de vardır. Ensest yasağı gibi. Çünkü özgürlük aynı zamanda sınırlarını bilmektir. Ancak durum onu göstermektedir ki günümüz Türkiye toplumu medeniyeti kuran temelilkeleri dahi ihlallere tercih edebilmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre kız çocuklarının %37’si öz baba-kız çocuk ensest ilişkisi yaşamıştır. Bununla birlikte bu da başka bir tabudur. Sayılar yıllara ve kurumlara göre değişkenlik göstermektedir. Devlet kurumlarınınelinde hiçbir sayısal veri yoktur. Sorun yok sayılmakta ve sağlıklı birtartışması dahi yapılamamaktadır. Sosyal bir kabullenme içinde süregitmektedir. Atilla Yayla’nın başına gelenler ve buna verilen okuyucu tepkileri işte bu sosyal kabullenme gerçeğini bir başka boyutuyla yansıttı bize. Yayla toplumun tartışmak dahi istemediği bir konuyu tartışmaya açtı. Bir tabuya yüklendi.Sonuç olarak dışlandı ve horlandı. Olması gereken bu değildi. Bu tür linç vekaralama olaylarının yaşanmadığı bir Türkiye dileğiyle.
HAKAN ATAMAN
Bu yazı daha önce 26.11.2006 tarihli radikal2’de yayınlanmıştır.
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6459