Uluslarası Ceza Mahkemesi: Hayal ve Ötesi

03.06.2005

GIRIS
Uluslararasi Ceza Mahkemesi, saldiri suçlariyla soykirim suçu, savas suçlari ve insanliga karsi suçlari yargilayacak kalici ve sürekli bir mahkeme anlamina gelmektedir. 15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihlerinde Roma’da Birlesmis Milletler’in girisimiyle toplanan “Uluslararasi Ceza Mahkemesi’ni Kuran Diplomatik Konferans”ta alinan kararlar ve kabul edilen statü metni geregince, 21.yy.’a kalici bir Uluslararasi Ceza Mahkemesi’yle girilmesi karara baglanmistir.

Uluslararasi Ceza Mahkemesi’nin ana islevi, 08.08.1945 tarihli Londra Antlasmasi ile bu antlasmaya ekli statüde kabul edilen üç ayri suç kategorisi ile 17.07.1998 tarihli Roma Antlasmasi’nda kabul edilen yeni uluslararasi suç tiplerini yargilamaktir.

Tarihin en eski devirlerinden beri savas ve savasta yenilgi kavrami olagelmistir. Savas sonrasinda ise, savasi çikaran ve yenilen devletin çesitli tazminatlar ödemesi olagan sayilmistir. Uluslararasi hukukun gelisimiyle birlikte, savasin sevk ve idaresi ile savas kurallarina uyulmamasi konularinda devletlerin sorumluluklarindan söz edilmeye baslanmistir. Buradaki sorumluluk, kagit üzerinde Devletin sorumlulugu olarak görünse de, asil sorumluk Devleti idare eden sahislar üzerindedir[1].

Bu sorumluluk uyarinca, Uluslararasi Ceza Hukuku suçu isleyen devlet yöneticilerinin yargilanmasi ve gerekirse cezalandirilmasi gündeme gelmistir. Bu yargilamanin hangi makam veya makamlar tarafindan yapilacagi ise son yillara kadar kesinlik kazanmamis bir tartisma konusu olmakla birlikte, 1998 Temmuzunda imzalanan Roma Statüsü ile kalici ve sürekli bir Uluslararasi Ceza Mahkemesi’nin kurulmasi hüküm altina alinmistir. Bu makalede, Uluslararasi Ceza Mahkemesi’ni kuran bu gelisim ve mahkemenin hukuki niteligi incelenecektir.

KISA TARIHÇE
Geçmis dönemlerde, savasta yenen tarafin yenilen tarafi sorguya çekmesi ve cezalandirmasi, hatta yenilen ordudan esir alinan askerlerin köle olarak kullanilmalari olgusuna rastlanmaktaydi. Rönesans hareketinden sonraki süreçte ve aydinlik dönem Avrupa’sinda bu konudaki düsüncelerin biraz daha degismekle birlikte yine de varligini korudugu görülecektir. Hümanist düsüncenin de etkisiyle, yenen devletin yenilen devleti bütün kurumlariyla degil, sadece devletin basindaki yöneticilerini cezalandirmasi olgusu giderek öne çikmaktadir.

Birinci Dünya Savasi sonuna kadar devam eden bu süreç, savasin sonunda kabul edilen Versailles (Versay) Antlasmasi ile bir degisiklige girmistir. Bu antlasmanin, savas suçlularinin yargilanmasi ve cezalandirilmasini düzenleyen 227 ila 250 nci maddeleri arasi, belirli ve olaya özgü bir ceza mahkemesi kurulmasini ve bu mahkemede, dönemin Alman Imparatorunun yargilanmasini öngörmekteydi[2].

Bu mahkeme ve baris konferansi öncesinde olusturulan komisyon[3], kurumsal bir irtibat saglayamadiklari için düzgün çalisamamis, ve o dönemki uluslararasi siyasi gelismelerden ötürü ise yaramamistir.

Bu konudaki bir diger düzenleme de, Sèvres (Sevr) Antlasmasi’nda yer almaktadir. Söz konusu antlasmada Türk ordusunun ve Türk görevlilerin, 1915 yilinda yogun bir sekilde Ermeniler üzerinde soykirim uyguladiklari iddia edilmektedir. Ancak Kurtulus Savasi’yla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasini takiben yükselen Kemalizm dönemi ve Müttefik Devletlerin kendi arasinda çikan paylasim sorunlari nedeniyle bu antlasmadan vazgeçilmek zorunda kalinmistir.

Birinci Dünya Savasi’ndan sonra, Versay Antlasmasi’nin 14ncü maddesine dayanarak bir uluslararasi adalet mahkemesi kurulmasi teklifinde bulunulmustur. Ancak, Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nca, bunun gereksiz oldugu ve konuya giren davalarin adli mahkemelere birakilmasinin uygun oldugu, bu tür suçlarin uluslararasi ceza hukuku alanina alinmasi gerekir ise, Daimi Adalet Divani’nda ayri bir ceza dairesi kurulabilecegi görüsü ifade edilmistir[4].

Daha sonralari ise, özellikle Ikinci Dünya Savasi’nda bu konuda tedbirlerin alinmasi zorunlulugunun kaçinilmaz oldugu ortaya çikmistir. Nitekim, savas esnasinda antlasma imzalanan Romanya, Bulgaristan, Finlandiya, Macaristan gibi devletlerle, maglup hükümetleri, savas suçlularinin yakalanmasi ve cezalandirilmasi konusunda müttefik kuvvetlerle isbirligi yapmaya mecbur birakan maddeler konulmustur[5].

Savasin sona ermesinden sonra, A.B.D. önderliginde müttefikler bir uluslararasi ceza mahkemesi kurulmasi için çalismalarda bulundular. 02.05.1945 tarihinde, Baskan Truman bir basin toplantisi düzenleyerek, Yüksek Mahkeme yargiçlarindan Robert H.Jackson’i savas suçlulari ile ilgili davayi hazirlamakla görevlendirdigini açikladi[6]. Yargiç baskanligindaki komisyonun çalismalari 08.08.1945 tarihinde A.B.D., Ingiltere, Fransa ve S.S.C.B. arasinda Londra Antlasmasi’nin imzalanmasiyla sonuçlandi. Bu antlasmaya göre, Nüremberg (Nürnberg)’de bir Uluslararasi Askeri Mahkeme (International Military Tribunal-IMT) ‘nin kurulusu karara baglandi. Bu antlasma daha sonra ondokuz devlet tarafindan kabul edilmistir.

Bu mahkemenin kurulusunu takiben, Pasifik Savas Alani ile ilgili olarak Müttefik Devletler Baskomutani sifatiyla ve kendi yetkilerine dayanarak, General Douglas MacArthur, 19.01.1946 tarihli bir kararnameyle Tokyo Uluslararasi Uzak-Dogu Askeri Mahkemesi (International Military Tribunal for the Far East at Tokyo)’ni kurmustur. Bu mahkemenin görev alani Pasifik Okyanusu ve çevresinden olusan “Pasifik Savas Alani”dir.

Her iki mahkeme de amaç itibariyle birbirine benzese de, Tokyo’daki mahkemenin uluslararasi hukuk ilkelerini uygulamaktan çok askeri mahkeme-sikiyönetim mahkemesi niteligi agir basan bir kurum oldugu söylenebilir.

Bütün bunlardan sonra, soguk savas dönemi boyunca uzun bir süre uluslararasi ceza yargilamasi konusunda fikirler üretilmis, ancak bunlarin hiçbirisi kesin bir destek bulamamistir.

1992 yilina gelindiginde ise, soguk savas sonrasi yikilan S.S.C.B.’nin destegini yitiren dogu Avrupa ülkelerinde karisikliklarin basladigi görülmektedir. Bu karisikliklarin en yogun boyutta yasandigi ülke olan eski Yugoslavya’da etnik çatismalarin artarak devam etmesi üzerine, Birlesmis Milletler’de yapilan görüsmeler sonunda, ilk kez 1992 baharinda, parçalanan Yugoslavya’da bir uluslararasi ceza mahkemesi kurulmasi göndeme gelmistir. Bu talebin gerekçesi ise, buradaki çatismalarin yogunlugu ve soykirimlarin yasanmaya baslamis olusudur. Hazirlanan raporlar ve taslak metinlerinden sonra, Birlesmis Milletler Sarti’nin VII Bölümüne uygun olarak BM Güvenlik Konseyi karariyla, 25.05.1993 tarihinde Eski Yugoslavya ile ilgili olarak bir Uluslararasi Ceza Mahkemesi (International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia-ICTFY) olusturulmustur[7].

Kurulan bu mahkemede, eski Yugoslavya’da meydana gelen olaylardan dolayi haklarinda dava açilan, 12.07.1996 tarihinde ise haklarinda tutuklama karari çikarilan, o tarihlerde Pale’deki Bosna-Sirp Yönetimi Baskani Radovan Karadziç ile Bosna-Sirp Yönetimi Silahli Kuvvetler Komutani Radko Mladiç’in tutuklanmalari ve yargilanmalari, ancak Yugoslavya’daki iktidarin degismesinden ve yeni iktidarin haklarinda iddialar bulunan bu kisileri iadeyi kabul etmesinden sonra gerçeklesebilmistir. Baska nedenleri de olsa, kurulan bu mahkemenin bazi noktalarda islevsizliginin ana nedeni, bütün BM üyesi ülkelerin imzaladigi bir antlasmaya dayanmayip BM Güvenlik Konseyi’nin tavsiye niteligindeki kararlarina dayali olarak kurulmasidir. Gerçekten de, “yetkisini kabul ve verdigi karari icra ettirmek imkanindan yoksun bulunan bir organin gerçek anlamda bir mahkeme olarak fonksiyonunu yapabilmesi pek güç olur.”[8] Bu sorun, daha sonra uluslararasi baski gibi siyasi birtakim yaptirimlarla mahkemenin icrai kararlari desteklenerek asilabilmistir. 2002 yilinda Devlet liderligi pozisyonuna sahip kisilerin yargilanmasina baslanmistir ve yargilamalar hala devam etmektedir.

ROMA STATÜSÜ
15 Haziran 1998 – 17 Temmuz 1998 tarihleri arasinda, Birlesmis Milletler öncülügünde toplanan konferansin sonucunda, adina kisaca “Roma Statüsü” denen bir metin üzerinde uzlasilmistir. Roma Statüsü , 128 maddeden olusan ve Uluslararasi Ceza Mahkemesi’nin yargilayacagi suçlar ile mahkemede uygulanacak usul ilkeleri ve mahkemenin yapisini belirleyen bir hukuk belgesidir. Statüde belirlenen usule uygun olarak, belge 31.12.2002 tarihine kadar devletlerin imzasina açik tutulmus, bu tarihten sonra imza yolu kapatilmistir. Imzaci devletler, Uluslararasi Hukukun genel ilkelerine göre imzadan sonra onaylamayi taahhüt ederler, ancak bu onayin belli bir süresi olmadigi açiktir[9]. Statünün 125nci maddesinde belirtildigi üzere, bu tarihten sonra herhangi bir Devlet, katilma yoluyla UCM sistemine dahil olabilecektir. Statüyü 01.01.2003 itibariyle 139 ülke imzalamis, 05Mart 2004 itibariyle de 91 ülke taraf sifatini kazanmistir.

08.08.1945 tarihli Londra Antlasmasi ve bu antlasmaya ekli statüde kabul edilen suçlar; barisa karsi suç, savas suçu ve insanliga karsi suç olmak üzere üç ayri kategoride toplanmisti. Statünün 6 nci maddesinde belirtildigi üzere[10], “Bir tecavüz veya harbin veya antlasmalar, garantiler veya milletlerarasi antlasmalarin ihlal edilmesi suretiyle vukubulan bir harbin idaresi, hazirlanmasi, çikarilmasi veya idamesi veya evvelki fiillerden herhangi birinin tahakkuku için mükerrer bir plana veya bir komploya istirak etmek” eylemleri “barisa karsi suç” kategorisini ifade etmektedir.

Ikinci kategori “savas suçlari” ise ayni maddenin ikinci fikrasinda, “Savas yasalarinin ve yapila gelis kurallarinin çignenmesi” olarak ifade edilmis ve “Isgal altinda bulunan ülkelerde sivil halkin öldürülmeleri, bunlara kötü muamele ve davranislarda bulunulmasi, zorla çalistirilmalari, sürülmeleri, savas esirleri ve denizdeki kisilerin öldürülmeleri veya kamu ve özel kisilere ait mallarin yagma edilmeleri, kent ve köylerin hiçbir neden yokken yakilmalari ve askeri zorunluluklarin hakli kilmadigi yakip-yikma ve yok etmeler” olarak tanimlanmistir[11].

“Savastan önce veya savas sirasinda sivil halkin öldürülmeleri, soykirim, tutsak olarak kullanmalar, sürgünler ve diger insanliga aykiri eylemler veya Mahkemenin yetki alanina giren herhangi bir suçun islenmesi için veya bu suçla ilgili olarak siyasi, sosyal, ve dinsel nedenlerle islenen ve islendikleri ülkenin iç hukukunda bir yasanin çignenmesi sayilan veya sayilmayan kiyici davranislar” ise, 6nci maddenin üçüncü fikrasinda, “Insanliga karsi suçlar” basligi altinda düzenlenmistir[12].

Haziran-Temmuz 1998 tarihinde Italya-Roma’da toplanan Birlesmis Milletler Konferansi’nin sonunda, 17.07.1998 tarihinde imzaya açilan Roma Statüsü’nün 5nci maddesinde, kurulan mahkemenin asagida belirtilen suçlari yargilama yetkisine sahip bulundugu belirtilmistir.

a. Soykirim
b. Insanliga karsi suç
c. Savas suçu
d. Saldiri suçu

Antlasmanin 6nci maddesinden baslayarak da, bu suçlarin ayrintili bir sekilde tanimlanmalarina yer verilmistir. Bu suçlar, mahkemenin görevine giren suçlardir.

Antlasmanin 6 nci maddesinde “soykirim” (Genocide) suçu; ulusal etnik, irksal ya da dinsel bir grubu, tamamen veya kismen yok etmek kastiyla su fiillerden herhangi birini gerçeklestirmek anlamina gelir:

a. Grubun üyelerini öldürmek
b. Grubun üyeleri üzerinde ciddi bedensel ya da zihinsel zarar meydana getirmek
c. Önceden planli olarak, kismi ya da bütünsel anlamda grubun yasam kosullarinda fiziksel tahribat yaratmak
d. Gruba yönelik dogumlari önleyici etkili önlemler almak
e. Kuvvet kullanarak grubun füruunu bir baska gruba dönüstürmek.

Antlasmanin 7 nci maddesinin 1 nci bendinde ise “Insanliga karsi suçlar” (Crimes Against Humanity) söyle tanimlanmaktadir.

a. Cinayet
b. Imha hareketleri
c. Kölelik
d. Sürgün ya da nüfusun kuvvet kullanarak göçe zorlanmasi
e. Uluslararasi hukukun temel ilkelerine aykiri olarak fiziksel özgürlügün hapis ya da diger sekillerde kisitlanmasi
f. Iskence
g. Irza geçme, seksüel kölelik, zorla fuhus yaptirma, zorla hamilelik, zorla kürtaj-kisirlastirma ya da benzer önemde seksüel siddetin her türü
h. Herhangi bir tanimlanabilir grup veya topluluga karsi siyasi, irksal, milli, etnik, kültürel, cinsi ya da dinsel zulüm
i. Kisilerin zorla kaybi
j. Irk ayrimciligi
k. Kasti olarak vücutsal, ruhsal ya da fiziksel sagliga yönelik ciddi zarar veren her türlü gayriinsani muamele

Antlasmanin 8 nci maddesinde ise “Savas suçlari” (War crimes) kavrami asagidaki sekilde tanimlanmaktadir:
12.08.1949 tarihli Cenevre Konvansiyonu’nda da belirtildigi üzere;

a. Kasdi öldürmeler
b. Biyolojik deneyleri de içeren iskence ve gayriinsani muamele
c. Kasti olarak aci verme veya vücut ya da sagliga yönelik ciddi hasar
d. Askeri esya oldugu kesinlesmemis her türlü esyanin tahribati veya yokedilmesi
e. Bir savas mahkumunu ya da korunan kisiyi hizmete zorlamak
f. Bir savas mahkumunun ya da korunan kisinin adil ve düzenli yargilanma hakkini kasten elinden almak
g. Hukuka aykiri sürgün, tehcir ya da hapis
h. Rehin alma

fiillerinin yani sira;

i. Düsman tarafinda yer almayan sivil nüfusa ya da sivil bireylere yönelik kasdi saldiri
ii. Askeri olmayan sivil nesnelere karsi kasdi saldiri
iii. Insani yardim ya da barisi koruma misyonunda yer alan personel, tesis, materyal, ünite, veya araçlara karsi kasten saldiri düzenlemek
iv. Sivil can kayiplarinin veya yaralanmalarin olacagi, sivil nesnelerin tahrip olacagi, genis alana yayilmis uzun süreli ve agir çevresel zararin meydana gelecegi bilgisi dahilinde kasdi olarak saldiri düzenlemek
v. Her ne sebeple olursa olsun, savunmasiz ve askeri olmayan sehir, kasaba, yerlesim yeri veya binalara saldiri düzenleme ve bombalama
vi. Ellerini kaldirarak teslim olmus ve savunmasiz durumdaki düsmani öldürmek ya da yaralamak
vii. Düsmana ya da Birlesmis Milletlere ait ateskes bayragi, bayrak, askeri isaret ya da üniforma ve Cenevre Konvansiyonu’nda belirtilen amblemlerin ölüme ya da ciddi personel kaybina yol açan yanlis kullanimi
viii. Isgal edilen bölgedeki nüfusun bütünüyle ya da kismi olarak sürgünü ya da göçe zorlanmasi
ix. Dini, egitsel, sanatsal, bilimsel, hayirsever yardima yönelik binalarla tarihsel anitlara ve hastanelere, askeri tesis olmadiklarini bilerek kasden saldiri
x. Karsi taraftan oldugu bilinen kisiler üzerinde fiziksel, kimyasal ya da bilimsel deneyler yapmak ve ölümle ciddi saglik hasarina neden olmak
xi. Düsman millete ya da kuvvete dahil kisileri kallesçe öldürmek ya da yaralamak[13]

Bu tanimlar dahilinde, yukarida belirtilen suçlardan biri veya daha fazlasinin islendiginin tespiti halinde, mahkeme yargilama hakkini haizdir. Nihai amaç, dünya üzerindeki tüm devletlerin bu antlasmayi imzalamasi olduguna göre, yakin bir gelecekte mahkemenin yetki alani tüm dünya olacaktir.

Antlasmanin 3 ncü maddesinde de belirtildigi üzere, mahkemenin yeri Hollanda’nin La Haye sehridir. Mahkeme, 18 yasindan küçük failler üzerinde yargilama yapamaz.

Mahkemenin finansal kaynagi ise Birlesmis Milletler bütçesinden saglanacaktir. Antlasmada ayrica istinaf isleminin sekli de belirtilmektedir[14].

Yukarida da belirtildigi üzere bu mahkeme, Ikinci Dünya Savasi sonrasinda kurulan ve isleyen Nuremberg ve Tokyo Mahkemeleri’nden çok önemli iki noktada ayrilmaktadir.

Bunlardan birincisi, kurulan bu yeni mahkemenin geçici, olaya özgü, özel yani ad hoc degil kalici ve sürekli nitelikte bir mahkeme olusudur. Bundan önceki Uluslararasi Ceza Mahkemesi çalismalarinin hepsinin ortak özelligi de, vuku bulan bir olaydan sonra o olaya özgü olarak, bir özel mahkeme statüsüyle kurulmus olmalaridir. Oysa yeni kurulan bu mahkeme, sürekli çalisacak ve belli konudaki bir davayi sonuçlandirdiktan sonra kaldirilmayacaktir. Bu yeni hukuki durumun en önemli dayanagi ise, Birlesmis Milletler Konferansi ile imzalanan Kurucu Antlasmadir. Bu antlasmayi 06.05.2005 tarihi itibariyle 139 BM üyesi ülke imzalamis, bunlardan 98 adedi ise kendi iç hukuklarindaki onay (ratification) sürecini tamamlayarak yürürlüge sokmuslardir. Statüde belirlendigi üzere, altmis ülkenin onay sürecini tamamlamasiyla mahkeme kurulmus sayilacaktir. Bu sayiya 11.04.2002 tarihinde ulasilmis, ve yine statüde belirlenen usule göre hesaplanan 1 Temmuz 2002 itibariyle Uluslararasi Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü yürürlüge girmistir. 11.03.2003 tarihinde Roma Statüsünde belirlenen yönteme göre seçilen 18 yargiç yemin ederek göreve baslamislardir.

Ikinci önemli farklilik ise, bundan önceki mahkemelerin hepsinde galip gelen tarafin maglup tarafi yargilamis olmasidir. Kurulan bu yeni mahkeme ile, bu duruma bir son verilerek uluslararasi ceza hukuku suçu isleyen tarafin adil yargilanma hakkina (fair trial) saygi gösterilip tarafsiz bir yargilama merciinde yargilanmasi saglanmaktadir. Bu durum, dünya tarihinde belki de ilk defa yetkisi kabul edilmis ve verdigi kararlar sürekli olarak icra edilebilen bir uluslararasi mahkeme anlamina gelmektedir.

Ülkemiz, Roma’da yapilan bu konferansa katilmis olmakla birlikte ne yazik ki antlasmayi imzalayan 139 ülkeden biri degildir. Dilegimiz, ülkemizin de bu antlasmayi imzalayarak Uluslararasi Ceza Mahkemesi’ni tanimasi ve çagdas ülkelerin arasinda hak ettigi yeri almasidir.

Kanimizca, ilerleyen zamanla birlikte olusan bu yeni hukuki yapi güçlenerek dünya siyasetinde de çok etkin bir konuma gelecektir. Gelecege dönük gerçekçi bir öngörüyle, mahkemenin bütün hukuki kurumlariyla oturmasindan sonra uluslararasi terör suçlarinin da mahkemenin görev alanina dahil edilmesi gündeme gelecektir. Nitekim, 24 Eylül-7 Ekim 2001 tarihlerinde yapilan Sekizinci Hazirlik Komisyonu toplantisinda, Türk delegasyonu bu öneriyi Birlesmis Milletler gündemine getirmistir. Antlasmada terörden hiç bahsedilmemesi, gelecege yönelik bu öngörünün kaniti olarak yorumlanmalidir. Dünya siyasetinde, genel anlamda kabul edilen bir terör tanimi henüz yapilmamistir. Mahkemenin, bu tanimi da yaparak görev alanini genisletmesi ve Birlesmis Milletlerce kabul edilecek ek maddelerle uluslararasi terör suçlarini da görevine almasi sasirtici olmayacaktir.

MAHKEMENIN ORGANLARI
Statünün 34ncü maddesinde de belirtildigi üzere mahkeme; baskanlik, ön dava dairesi-dava dairesi-istinaf dairesinden olusan yargilama bölümü, savcilik makami ve sekreteryadan olusmaktadir.

a. Baskanlik Makami:

Statünün 38nci maddesi uyarinca, yargiçlar arasindan üç yil için seçilen bir baskan ve yine üç yil için seçilen birinci ve ikinci baskan yardimcilarindan olusur. Baskanlik makaminin görevi, mahkemenin genel yönetimini ve temsilini saglamaktir. Baskanin ve yardimcilarinin görev süreleri yargiçlik süreleriyle de sinirlidir, yani idari görev süresi ile yargiçlik görev süresinden hangisi önce sonlanirsa o tarihte görev sona ere. Heyet yalnizca bir kez seçilebilir.

b. Yargilama Makami:

Mahkeme, Antlasmada belirtilen sekilde seçilen ve üçte biri 3, üçte biri 6, ve üçte biri 9 yil görev yapacak 18 yargiç ve yeteri kadar savcilik görevlilerinden olusmaktadir.

Yargilama makami, kendi içinde üçe ayrilir: Ön-Dava Dairesi, Dava Dairesi ve Istinaf Dairesi.

Ön-Dava Dairesi, Statünün 56,57,58nci maddelerinde ayrintili sekilde anlatilan bir takim önemli yetkilere sahiptir. Bunlarin arasinda Savcilik iddianamesinin onaylanmasi, hazirlik sorusturmasinin saglikli yürütülebilmesi için tutuklama karari verme ve Savcilik makamina belirli durumlarda sorusturmaya devam etme izni verme gibi önemli yetkiler sayilabilir. Özellikle dava öncesi asamalara iliskin oldukça teknik konularda yetkileri söz konusudur.

Dava Dairesi, davanin asil olarak görüldügü makamdir. Tüm yargilamyi yaparak bir karar ve gerekiyorsa ceza vermekle görevlidir.

Istinaf Dairesi ise, Dava Dairesi’nin verdigi karara karsi basvurulacak kanun yolunun muhatabi olarak, istinaf yargilamasini yapmak ve bir karar vermekle görevlidir.

c. Savcilik Makami:

Statünün 15nci maddesiyle 53 ve 54ncü maddelerinde hatlari belirlenen savcilik kurumu, Mahkemenin belki de belkemigini olusturmaktadir. Çok önemli yetkilerle donatilmis savcilik kurumu, Statüdeki 13ncü maddeye göre BM Güvenlik Konseyi ve taraf devletlerle birlikte mahkemede dava açabilecek üç kurumdan biridir.

Statünün 14ncü maddesindeki düzenlemeden hareketle, bir taraf devlet, mahkemenin yargi alanina giren suçlardan birinin islendigi iddiasinda ise, savcilik makamina basvurarak takibat yapilmasini isteyecektir. Böyle bir durumda, elindeki bilgi, belge ve diger delilleri savcilik makamina yapacagi basvuruya ekleyecektir.

13ncü maddedeki düzenlemeye göre ise, Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi de böyle bir istem ile savcilik makamina basvurabilir.

Savciligin re’sen harekete geçmesi ise 15nci maddede düzenlenmektedir. Buna göre savci, mahkemenin yargi yetkisine giren suçlarla ilgili olarak eldeki bilgilere dayanarak kendiliginden sorusturma yapabilir. Savci, alinan bilginin ciddiyetini tahlil edecek, eger gerekirse BM Organlarindan, hükümetler arasi örgütlerden, sivil toplum örgütlerinden ve diger güvenilir kaynaklardan ek bilgiler talep edecek, yazili ve sözlü ifade alabilecektir.

Eger savci, sorusturmayi sürdürmek adina makul temeller bulundugu sonucuna varirsa, tüm destekleyici belgelerle Ön-Dava Dairesi’ne basvurarak sorusturma yetkisi isteginde bulunacaktir. Ön-Dava Dairesi’nde Delil ve Usul Kurallari’na uygun olarak magdurlar da temsil edilebilirler.

Bu istegi destekleyici belgelerle inceleyecek Ön-Dava Dairesi, eger sorusturmayi sürdürmek için makul nedenler bulundugu ve konunun mahkemenin yargilama yetkisi içinde bulundugu kanisina varirsa, mahkemenin yargilama yetkisi ve davanin kabul edilebilirligi konularinda daha sonra yapilacak degerlendirmelere önyargi olusturmayacak biçimde, sorusturma yetkisi verecektir.

Ön-Dava Dairesi, ret karari verirse, bu durum savcinin daha sonra yapacagi basvurular için engel teskil etmez.

Eger savci, yukarida belirtilen ön incelemeden sonra, saglanan bilgilerin bir sorusturma için makul temeller teskil etmedigi kanisinda ise, iç hukukumuzdaki kovusturmaya yer olmadigi kararina benzer bir karar vererek, bilgileri sunanlari bu husustan haberdar edecektir. Bu durum, ayni olayla ilgili olarak yeni olaylar ve delillerin isiginda daha sonra sunulacak bilgilerin degerlendirilmesine engel degildir.

Savci, makul temel arayisinda mutlak bir takdir hakkina sahip degildir. Statünün 53ncü maddesinde belirlenmis birtakim esaslarin göz önünde bulundurulmasi gerekmektedir. Öncelikle, savcinin elinde bulunan bilgilerin, mahkemenin yargi yetkisi içinde yer alan konulara iliskin bir fiilin islendigi ya da islenmekte oldugu konusunda inandirici bulunmasi gerekir. Ikinci olarak, davanin 17nci maddedeki kabule sayanlik kriterlerini saglamasi gerekir. Ayrica suçun agirligi ve magdurlarin menfaati göz önüne alindiginda açilacak bir sorusturmanin, adaletin menfaatine hizmet etmeyecegi konusunda inandiricilik beklenmelidir. Savcinin, üçüncü kritere göre kovusturmama karari vermesi durumunda, keyfiyetin Ön-Dava Dairesine bildirilmesi gereklidir. Eger sorusturma talebi Statünün 14ncü maddesi uyarinca bir devletten ya da madde 13-(b)’ye göre Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi’nden geliyorsa, bu talepkâr taraflarin da haberdar edilmesi gereklidir.

Statünün 14ncü maddesi uyarinca bir devlet basvurusu söz konusu ise veya 13 (b) maddesi uyarinca BM Güvenlik Konseyi basvurusu varsa, basvuranlar savciligin yukarida sekli ve usulü belirtilen islem yapmama kararlarina karsi Ön-Dava Dairesi’nden kararin yeniden gözden geçirilmesini isteyebilir.Bu durumda Ön-Dava Dairesi ya karari kendisi gözden geçirir ya da savcilik makamindan kararini gözden geçirmesini isteyebilir.

Savcilik makami, her zaman, yeni gerçekler ve bilgilere dayanarak bir sorusturmaya baslama konusundaki kararini yeniden degerlendirebilir.

Savcilik, gerçegi ortaya çikarmak için Statüye göre bir cezai sorumluluk olup olmadiginin degerlendirilmesiyle ilgili tüm gerçekleri ve delilleri kapsayacak sekilde sorusturmayi genisletecek ve böyle yapmakla da saniklari suçlu duruma geçirecek ve temize çikaracak durumlari esit olarak sorusturacaktir.

Statünün 54ncü maddesinde belirtildigi sekliyle savci;

a. Delil toplayabilir ve inceleyebilir,
b. Saniklarin, magdurlarin ve taniklarin bulunmasini isteyebilir ve bunlari sorgulayabilir,
c. Kendi yetenek ve/veya görevlerine uygun olarak herhangi bir devletin ya da hükümetler arasi örgütün isbirligini isteyebilir,
d. Statüye aykiri düsmeyecek sekilde, bir devletin, hükümetler arasi örgütün ya da sahisin isbirligini saglamak üzere gerekli düzenleme ve anlasmalara taraf olabilir,
e. Bilgiyi saglayanin riza gösterdigi durumlar müstesna, gizlilik kosuluyla ve sadece yeni delil ortaya çikarma amaciyla elde edilen bilgi ve belgeleri, yargilama sürecinin herhangi bir asamasinda ifsa etmemeye anlasabilir,
f. Bilginin gizliligini, herhangi bir sahsin korunmasini ya da delillerin saklanmasini garanti altina almak amaciyla gerekli tedbirleri alabilir veya bu tedbirlerin alinmasini isteyebilir.

ç. Sekreterya (Yazi Isleri Müdürlügü)

Yargilamanin tüm asamalarinda kalem ve sekreterya olarak görev yapmak yetki ve göreviyle donatilmistir. Yazi Isleri Müdürü, ulusal hukukumuzdan biraz daha farkli olarak, yargilamanin her asamasinda birinci elden rol sahibidir. Ayrica sekreterya görevi için de yeteri kadar personel istihdam edilmektedir.

ILKELER
Uluslararsi Ceza Mahkemesi’nde Ceza Hukuku ve Ceza Yargilama Hukukunun temel ilkelerinden olan Ne bis in Idem- Bir fiilden ötürü iki kere yargilama yapilmaz, Nullum Crimen, Nulla Poena Sine Lege- Kanunsuz suç ve ceza olmaz, gerçek kisilerin cezai sorumlulugu, resmi görevin mazeret teskil etmemesi, amirin hukuka aykiri emrinin ifanin mazeret teskil etmemesi, masru müdafaa, zaruret hali, gibi durumlarin hukuka uygunluk sebebi teskil etmesi gibi bir çok Ceza Hukuku ilkesinin Statüde benimsendigini görüyoruz.

Ancak belki de bu düzeyde bir uluslararasi mahkemede ilk olarak görülen bir baska ilke, Statüde yer bulmaktadir. Complimentarity Rule-Tamamlayicilik Ilkesi geregince, birincil yargilama yetkisi ilgili Devletin Ceza Mahkemelerine aittir. Statüde belirtildigi üzere, ilgili Devlet, göstermelik yargilama yapiyorsa, yargilama yapip göstermelik cezalar veriyorsa veya yargilama yapmiyorsa ya da yargilama yapabilecek kapasiteye sahip degilse, tamamlayici olarak, Uluslararasi Ceza Mahkemesinin yargilama yetkisi devreye girecektir.

Bunun disinda Mahkemenin zaman bakimindan yetkisi – ratione temporis, Mahkemenin kuruldugu ve islemeye basladigi 1 Temmuz 2002 tarihinden sonra islenen suçlar içindir.

Kisi bakimindan yetki – ratione personae, yukarida da belirtildigi gibi gerçek kisiler üzerindedir.

Yer bakimindan yetki – ratione loci , Statünün 12nci maddesindeki düzenlemeden hareketle, suç Statüye taraf bir devletin ülkesinde islendiginde ya da sanik taraf bir devletin vatandasiysa devreye girecektir.

YOL HARITASI
Türkiye’nin statüyü imzalamasi konusunda, uluslararasi hukuktan kaynaklanan bir mecburiyet olmaza bile bir gereklilik söz konusudur. Türkiye’nin böyle bir sistemin disinda kalmasi, gerek siyesi gerek ekonomik baska zararlara sebep olabilir. Bunlardan baska, endiselenecek bir davranisi olmayan Türkiye’nin bu sistemin içinde bulunmasi, Devletin hukuka bagliliginin bir ifadesi olacaktir.

Ne var ki, ulusal hukuktan kaynaklanan bazi noktalar düzeltilmeden Statüye taraf olmanin islevsel ve akilci olmadigi da açiktir. Bu sebeple asagida listelenen bazi noktalarin dikkate alinmasi ve gerekli degisikliklerin yapilmasi konusunda çalisilmasi gerekmektedir.

Öncelikle Anayasa’dan kaynaklanan birtakim degisikliklere gitmenin gerekli oldugu belirmektedir. 07.05.2004 tarihinde yapilan Anayasa degisikligi ile Anayasanin 38nci maddesine son bir fikra eklenerek “Vatandas iade edilmez” kuralinda UCM konusunda bir istisnaya yer verilmistir. Bundan baska, Anayasanin 83ncü maddesindeki “Yasama Dokunulmazligi”, 6 ve 9ncu maddelerdeki “Egemenlik” ve “Yargi yetkisinin Türk Milleti Adina kullanilmasi” ilkeleri konularinda da degisiklik gerekip gerekmedigi ayrica tartisilmalidir. Ayrica, tamamlayicilik ilkesinin sürekli aleyhte çalismasini önlemenin tek yolu olarak, statünün düzenledigi tüm suçlarin Türk Ceza Kanunu ve Askeri Ceza Kanunu içinde ve en az statüdeki standardi karsilayacak sekilde hukuk sistemimize alinmasi gerekmektedir. Bu çerçevede yeni Türk Ceza Kanununda soykirim suçunun ve insanliga karsi suçlarin neredeyse Roma Statüsündeki tanimlarin aynisi biçiminde düzenlenmesi, olumlu adimlardir. Diger ulusal mevzuatta da (ör. Tebligat Hukuku) gerekli düzenlemeler yapilmalidir.

SONUÇ
Bu çalismada, yeni kurulan Uluslararasi Ceza Mahkemesi’nin hukuki dayanagi, yetki ve görev alani, yapisi ve mahkemenin savcilik kurumu özetlenmeye çalisilmistir.

Belirli olaylar, kisiler ve Devletler için geçici nitelikte mahkemeler kurarak uluslararasi alanda insan haklarinin sürekli olarak savunulamayacagi anlasildigindan kalici ve sürekli bir mahkeme kurma zorunlulugu ile bugünlere gelinmistir. Dünyanin degisik bölgelerinde meydana gelen savaslarin, insan haklarina ve insan haysiyetine yönelen savaslar haline gelmemesi için, insanliga karsi yönelen vahsete kalici kurumlarla dur deme zorunlulugu açiktir. Savasin da belirli kurallarinin oldugu, bundan da öte söz konusu degerin evrendeki en kutsal deger olan insan oldugu unutulmamalidir.

Ilerleyen zamanla birlikte, yeni kurulan bu mahkemenin kurumsallasacagi ve tüm dünyada faaliyet gösteren bir adalet kurumu haline gelecegi yolundaki inanç tamdir. Bu sebeple, ülkemizin bu konuya daha fazla dikkat göstermesi kaçinilmazdir. Anilan mahkeme, kisa bir zaman zarfinda Uluslararasi hukukun bir parçasi ve kurumu haline gelecektir. Bu kurumun ise barisin korunmasi ve idamesi ile savaslarin önlenmesi konusunda oynayacagi rol gayet açiktir.

GÜNAL KURSUN
Baskent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve
Ceza Usul Hukuku Anabilim Dali Arastirma Görevlisi

 

KAYNAKÇA

  • AKSAR, Yusuf, Uluslararsi Ceza Mahkemesi ve Uluslararasi Ceza Usul Hukuku, Ankara, 2003.
  • ALPKAYA, Gökçen, Eski Yogoslavya Için Uluslararsi Ceza Mahkemesi, Ankara, 2002.
  • AZARKAN, Ezeli, Nüremberg’ten La Haye’e Uluslararsi Ceza Mahkemeleri, Istanbul, 2003.
  • BASAK, Cengiz, Uluslararsi Ceza Mahkemeleri ve Uluslararsi Suçlar, Ankara, 2003.
  • DÖNMEZER, Sulhi- ERMAN, Sahir, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kisim, C:III, Yeniden Gözden Geçirilmis Onikinci Basi, Istanbul, 1997.
  • ODMAN, Tevfik, “Eski Yugoslavya Ile Ilgili Uluslararasi Ceza Mahkemesinin Kurulusu ve Yasal Dayanagi”, Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi C:45, S:1-4, Ankara,1998.
  • ÖNOK, Murat, Tarihi Perspektifiyle Uluslararsi Ceza Mahkemesi, Ankara, 2003.
  • LEE, Roy S., The International Criminal Court, The Hague, 1999.
  • LÜTEM, Ilhan, Harp Suçlari ve Devletlerarasi Hukuk, Ankara, 1951.
  • SCHABAS, William, An Introduction to International Criminal Court, Cambridge, 2000.

Ilgili Internet Siteleri

Birlesmis Milletler Web Sayfasi: www.un.org/law/icc
Uluslararasi Af Örgütü Web Sayfasi: www.amnesty.org
Uluslararasi Af Örgütü Türkiye Subesi Web Sayfasi: www.amnesty-turkiye.org
Uluslararasi Ceza Mahkemesi Koalisyonu Web Sayfasi: www.iccnow.org
Insan Haklari Için Hukukçular Komitesi Web Sayfasi: www.lchr.org
Insan Haklari Izleme Örgütü Web Sayfasi: www.hrw.org
Insan Haklari Gündemi Dernegi Web Sayfasi: www.rightsagenda.org

[1] Dönmezer, S. – Erman, S., Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, 1997, C.III, s.546.
[2] Tevfik Odman, Eski Yugoslavya Ile Ilgili Uluslararasi Ceza Mahkemesinin Kurulusu ve Yasal Dayanagi, 1998, AÜHFD, Cilt:45, Sayi: 1-4, s.133,.
[3] Savas Yetkililerinin Sorumluluklari ve Cezalarin Uygulanmasi Üzerine Sorusturma Komisyonu, “Comission on the Responsibilities of the Authors of War and on Enforcement of Penalties at the Preliminary Peace Conference”, Bu komisyon, savasla ilgili sorunlari saptamak amaciyla baris hazirlik konferansinda verilen bir kararla, 25.01.1919 tarihinde kurulmustur. Konferansa üye devletler sunlardir: A.B.D., Ingiltere, Fransa, Italya, Japonya, Belçika, Yunanistan, Polonya, Romanya ve Sirbistan. Bu komisyonun hazirladigi rapor, 29.03.1919 tarihinde Baris Konferansina sunulmustur. Ilhan Lütem, Harp Suçlari ve Devletlerarasi Hukuk, Ankara, 1951, s.21.
[4] Odman, a.g.e., s.133.
[5] Lütem, a.g.e., s.60.
[6] Lütem, a.g.e., s.61.
[7] Odman, a.g.e., s.141.
[8] Odman, a.g.e., s.150.; Dönmezer-Erman, a.g.e., s.558.
[9] Shaw, Malcolm N.; International Law, s.638, Cambridge University Press, Cambridge, 1997.
[10] Odman, a.g.e., s.138.
[11] Odman, a.g.e., s.139.
[12] Odman, a.g.e., s.139, Lütem, a.g.e., 65,66.
[13] Maddelerin bundan sonraki bölümü ve Cenevre Konvansiyonu’na atiflar için bkz. www.un.org/law/icc
[14] Ayrintilar için bkz. www.un.org/law/iccwww.amnesty.orgwww.lchr.orgwww.iccnow.org