Yeni TCK’ya göre, son Diyarbakır olaylarına katılanlar üç ayrı suçtan, 20 yılla yargılanabilecek.
TAHİR ELÇİ
Karakol baskınları ve artan silahlı eylemler tartışılan konuların başında gelse de, Kürt sorunuyla bağlantılı birçok alanda önemli sorunlar yaşanıyor. Öteden beri sorun hep güvenlik önlemleri ekseninde ele alınıyor, sorunun diğer boyutları gözardı ediliyor. Bir süredir ceza hukuku bağlamında, ileride ciddi sosyal-hukuki sorunlara yol açacak gelişmeler yaşanıyor. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in “… sadece ceza hukuku ile sorunları çözmek mümkün değil” açıklaması medyaya yansıyınca, nihayet yetkililerin yeni Ceza Kanunu hükümlerinin yargı tarafından yorumunun yol açtığı adaletsizliği de gördüğünü düşünerek sevinmeye başladık. Bilindiği gibi bir süredir Güneydoğu’da artan kitlesel gösteriler nedeniyle yoğun tutuklamalar yaşanıyor. Göstericilerin çoğunun genç ve çocuklardan oluşması nedeniyle de özellikle son bir yıl içinde yüzlerce genç ve çocuk tutuklu olarak yargılanıyor, ağır ve adaletsiz cezalarla karşı karşıya geliyor. Şüphesiz suç teşkil eden eylemler nedeniyle soruşturma makamları gerekli işlemleri yapmak, suçun faillerini saptayıp delilleriyle birlikte yargı önüne çıkarmak durumundadır. Buna kimsenin bir diyeceği yok. Ancak burada tartışmak istediğimiz asıl konu, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) bazı hükümlerinin yargı tarafından yorumunun neden olduğu adaletsizlikler ve ileride yol açacak sosyal-hukuki sorunlara dikkat çekmektir.
Farklı mahkemeler
Yeni TCK’nın 314 ve 220. maddeleri örgüt kurma suçlarını düzenliyor; yasadışı örgüt kurma, kurulan örgütlere üye olma, bu örgütlere yardım etme, örgütlerin propagandasını yapma vb. suçları cezai yaptırıma bağlıyor. Ancak aynı hükümler arasında “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenlerin de örgüt üyesi gibi cezalandırılacağına” dair bir düzenleme de yer alıyor (TCK: 220/6). Öte yandan yeni TCK sistemi, ceza hukukunun bir kavramı olan “gerçek içtima” esaslarını benimsiyor ve failin tek bir eylemi ile ceza kanunun farklı hükümlerinin ihlal edilmesi durumunda, sanığın her bir suçtan ayrı ayrı cezalandırılacağını öngörüyor.
İşte 28 Mart 2006 tarihinde bir çatışmada yaşamını yitirmiş 11 PKK üyesinin Diyarbakır’da yapılan cenaze törenlerinde meydana gelen ve ardından çevre illere de sirayet ederek birkaç gün süren gösterilerle ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK), TCK’nın yukarıda anılan hükmüyle ilgili ceza hukukunun yorum ilkelerini hayli zorlayan bir karara imza attı. CGK’nın 2007/9-282 Esas ve 2008/44 karar sayılı kararında sonuç olarak şu görüşe yer verildi: ‘… Örgütün genel çağrısı, örgüte ait yayın organlarının yayınları ve çağrıları ile somutlaşmış olup bu çağrıların belirli bir kişiye yapılmış olmasına gerek bulunmuyor. Örgütün bilgisi ve istemi doğrultusunda gerçekleştirilen bu eylemlerin örgüt adına gerçekleştirildiği sabittir. Örgüt adına gerçekleştirilen bu eylemlere katılan sanığın eylemi, diğer suçların yanında 5237 sayılı TCK’nın 314/3 ve 220/6 maddeleri yollamasıyla 314/2 maddesine de aykırılık oluşturur…’ Buna göre bir gösteri yürüyüşüne katılarak örgüt lehine slogan atan biri, üç suçtan ayrı ayrı yargılanacak ve cezalandırılacaktır. Önce yasadışı toplantı ve gösteriye katıldığı için Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası hükümlerini ihlal etmekten, ardından örgüt lehine slogan attığından Terörle Mücadele Yasası’nın örgüt propagandasını düzenleyen 7. maddesinden cezalandırılacaktır. Ve en sonunda aynı kişi örgüte üye olmamakla birlikte, örgütün istediği ve yapılması çağrısında bulunduğu iddia edilen gösteri eylemine katıldığı için ayrıca örgüt üyesi gibi en az 7,5 yıl hapis cezası ile de cezalandırılacaktır. Böylece sadece bir cenaze töreni veya herhangi bir etkinliğe katılan biri 20 yıla varan hapis cezasıyla yargılanabilecek. Tabii duruma göre her bir suç farklı bir mahkemenin görev alanına girebileceğinden, bu kişi aynı anda farklı yerlerde bulunan mahkemelerde yargılanacaktır. Örneğin Kürt toplumunun da öteden beri geleneksel olarak kutladığı Newroz bayramı akşamı ateşlerin yakılması ve daha çok gençlerin ateş etrafında oynayarak halay çekmesi yıllardır yapılagelen adetlerdendir. Hele bir de ateşin etrafında oynayanın ellerinde bilinen renklerden (sarı-kırmızı-yeşil) oluşan bir şey varsa, işte bu kişi de hem yasadışı gösteri yapmaktan, hem örgüt de aynı renkleri kullandığından dolayı örgütün propagandasını yapmaktan ve aynı zamanda örgüt yayınlarında Newroz kutlamalarına katılım çağrısı yapıldığından örgüt üyesi de kabul edilerek her üç suçtan ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Halen, neredeyse tıpatıp buna benzer davranışlardan yüzlerce küçük çocuk ve gencin, bir yıla yakın bir süredir anılan içtihat nedeniyle tutuklu olarak yargılanmaları sürdürülüyor. Veya örgüt Kürt dilinin eğitimi için birtakım kararlar alıyor, yayınlar yaparak anadilde eğitim hakkının talep edilmesi çağrısında bulunabiliyor. Bu arada örgütün ideolojisi, siyaseti ve stratejisinden pek de haberdar olmayan bir Kürt yurttaş da gerçekte aynı konuda ihtiyaç duyarak kimi etkinliklere katılması durumunda, örgütün istediği bir konuda ve onun çağrısına uyarak bir davranışta bulunduğu ileri sürülerek örgüt üyesi gibi cezalandırılabilecektir.
Öte yandan TCK’nın 220/6 düzenlemesi ve CGK’nın bu içtihadıyla ceza hukukunun bilinen yasadışı örgüt üyesi olma kıstasları tümüyle gözardı edilmiş, askeri darbe döneminin Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinin dahi örgüt üyeliği için öngördüğü; önce örgüte sempati duymaktan başlayarak, siyasi eğitim alma veya örgütün ideoloji ve politikasını benimseyerek faaliyetlerine katılma ve kod adı alma gibi bilinen standartları tümüyle bir yana bırakıldı. Ceza Kanunu sözü edilen normunun Yargıtay CGK’nın içtihadı doğrultusunda bu şekilde uygulamasının sürdürülmesi durumunda, kısa bir süre sonra binlerce kişi örgüt üyesi gibi ağır cezalarla cezalandırılacak, giderek Kürt toplumunun bir kesimi örgüt üyesi yapılarak, belki de cezaevlerinde yer kalmayacak.
Bu arada suç ve ceza arasında makul ve adil bir dengenin olması gerektiği ceza hukukunun bilinen ilkelerinin başında geliyor. Bu dengenin bozulmasına yol açacak düzenlemeler adil yargılama hakkını ihlal edeceği gibi, toplumun yargıya ve devlete olan güvenini de ortadan kaldıracaktır. Uygulamanın aynı zamanda Anayasa’nın ve taraf olduğumuz AİHS’in adil yargılama hakkını koruma altına alan hükümlerine aykırı olduğundan da kuşku bulunmuyor. Yıllarca Adalet Bakanlığı yapmış ve halen hükümetin iki numaralı ismi olan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek “sadece ceza hukuku ile olmaz” derken, bu adaletsiz uygulamanın yol açacağı sorunları da görüp düzeltmek için hükümetin harekete geçmesini sağlayacak mı acaba? Dünyanın hiçbir yerinde toplumsal niteliği olan, özellikle de etnik sorunlardan kaynaklanan sorunların sadece ceza hukukunun enstrümanlarıyla çözüldüğü görülmedi.
TAHİR ELÇİ: Avukat, Diyarbakır Barosu üyesi
Bu yazı daha önce 02/11/2008 tarihli Radikal 2’de yayınlanmıştır.