Yaklaşık 13 yıldır en önemli savaş suçlusu sanığı olarak aranan Radovan Karadzic’in 21 Temmuz 2008 Pazartesi günü tutuklanmasının ardından Lahey’deki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesine (ICTY) teslim edilmesi ile birlikte mahkemede çok önemli bir yargı süreci başladı.
Mahkeme iddianamesinde Karadzic, Bosna-Hersek’te 1991-1995 yılları arasında yaşanan savaş süresince yaklaşık 250 bin kişinin ölümündeki siyasi rolü ve en az iki milyon sivilin ülkelerini terketmek zorunda bırakılmalarına yol açan eylemler nedeniyle suçlanıyor. Bu çerçevede Radovan Karadzic, Boşnak ve Hırvat uyruklu etnik, dini ve ırksal nüfusun tamamen imhasına yönelik olarak sistemli bir plan hazırlamak ve bu planın uygulanması için doğrudan emir vermekle suçlanırken, aynı zamanda soykırım suçu, savaş suçu ve insanlığa karşı işlenen suçların doğrudan sanığı olarak yargı önüne çıkmaya hazırlanıyor.
Karadzic’in Yargılanması
Uzun yıllar boyu yakalan(a)mayan ve uluslararası adaletten kaçmayı başaran Karadzic’in yargılamasında soykırım, savaş ve insanlığa karşı işlenen suçlar başlıkları altında bir yargılamanın yapılması bekleniyor. Elbette 1949 Cenevre Sözleşmesi’nin savaş hukuku ile ilgili temel kurallarının açıkça ihlal edilmesi bu davanın seyrini etkileyecektir. Buna göre sanık, sivilleri savaş hukukuna aykırı biçimde öldürme, kasıtlı olarak hedef haline getirerek ve taammüden toplu imha, cinsel saldırı ve sistematik tecavüz, işkence ve kötü muamele gibi yaklaşık 10 ayrı suç türünden mahkemeye hesap verecektir.
Karadzic’in; 44 ay süren Saraybosna kuşatması süresince Sırp Güçleri tarafından şehrin sürekli olarak tank ve top mermileri ile dövülmesi, keskin nişancıların ayrımsız olarak doğrudan sivilleri hedef seçmesi ve öldürmesi, kentin insani tüm gereksinimlerden mahrum bırakılarak abluka altında tutulması, toplu ulaşım araçları, çarşılar ve pazar yerlerinin kasıtlı olarak bombalanması eylemlerinin sorumlu yöneticisi olduğuna dair bilgiler iddianamede yer alan ayrıntılar arasındadır. Hatırlanacağı üzere Saraybosna kuşatması boyunca açlık yüzünden kitlesel ölümler yaşanmış, binlerce çocuğun da aralarında bulunduğu yaklaşık 11 bin sivil öldürülmüş, on binlercesi yaralanmıştı.
Soykırım ve Etnik Temizlik Sanığı
Bosna Savaşı’nda yaşanan en önemli insan hakları ihlallerinden biri olan “etnik temizlik” uygulamalarının sistemli olarak Karadzic’in siyasi denetiminde yapıldığı, bu amaçla Boşnaklar ve etnik Hırvat nüfusun yaşadıkları yerlerden zor kullanılmak suretiyle çıkartılarak bölgenin etnik yapısının tamamen değiştirildiğine ilişkin bilgiler iddianamenin dikkat çekici bölümlerindendir. Bu politikanın somut olarak yaşandığı bölgelerden biri Srebrenitsa idi ve katliam öncesi nüfusunun büyük bölümü Boşnaklardan oluşmasına rağmen bu etnik yapı, Sırplar lehine değiştirilmiştir.
1993 yılında Uluslararası Adalet Divanı’na yapılan başvuruyla birlikte Bosna-Hersek’te işlenen suçlar nedeniyle “Sırbistan’ın devlet olarak” yargılanması talep edilse de Divan bu isteği ancak 27 Şubat 2007’de karara bağlayabildi. Buna göre, Sırbistan 1948 Sözleşmesi bakımından “soykırım suçunu önleme yükümlülüğünü” yerine getirmediği gibi bu prensibi ihlal etmekten ve ICTY ile işbirliği yapmamaktan dolayı mahkum edildi. Divan ayrıca “soykırım suçunu” tanımlayarak sadece Srebrenitsa’da soykırım işlendiğine hükmetti.
Karadzic’in, Lahey Mahkemesi tarafından özellikle Srebrenitsa’da soykırım suçunu işlediğine dair yargılama yapacak olması dikkate alındığında, Mahkeme’nin, Uluslararası Adalet Divanı’nın ilgili kararına atıfta bulunup bulunmayacağı dikkatle izlenecek. Bu durumda üzerine atılı “özel kasıtla soykırım suçu işlemekle” suçlanan Karadzic’in soykırımla ilgili yargılanma süreci uluslararası insan hakları hukuku bakımından da büyük önem taşıyor.
Siyasi Hesaplar ve Yakalan(a)mayan Savaş Suçluları
Sırbistan sürekli olarak başta Karadzic ve Ratko Mladic olmak üzere savaş suçlularının yakalanması için yeterince çaba harcamamakla ve sanıkların gizlenmesine göz yummakla suçlanmaktaydı. Uluslararası toplum Karadzic’in bu kadar uzun bir zaman diliminin ardından başkent Belgrad’da ve üstelik bir toplu taşıma aracında rahatlıkla yakalanabiliyor olmasını heyecanla karşılarken, bu yakalamanın siyasi pazarlıklar sonucu gerçekleştiğine inanılmaması için herhangi bir neden bulunmuyor. Nitekim ülkesinde “milli kahraman” olarak görülen bir savaş suçlusu sanığını yakalamak demek, milliyetçi grupların büyük öfkesine yol açmak ve hükümetin siyasi geleceğini risk altına sokmak demektir. Bu riskleri yeni Sırp yönetiminin göz önüne alması ise AB’ye üyelik için öngörülen İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın (SAA) imzalanmasındaki ön şartların yerine getirilerek AB üyeliği için olumlu bir mesaj vermek ve BM yaptırımlarından kurtulmaya çalışmak olarak değerlendirilebilir ve iki önemli sanık Ratko Mladic ve Goran Hacic’in yakalanmasının önünü açabilir.
Büyük bir insani felakete yol açan savaş suçlularının ele geçirilmesinde ahlaki, insani sorumluluğun değil, siyasi çıkar ilişkilerinin etken olmasını sürekli olarak eleştirmek ve insan hakları hukukunun uluslararası siyasete alet edilmesini kaygı verici bulmak gerekiyor. Zira hukuki ilkelerin siyasi ilişkilerden bağımsız olarak uygulanamaması halinde uluslararası adaletin tarafsızlık ve bağımsızlığı da risk altına girmektedir.
Radovan Karadzic’in, insanlık tarihinin kanlı tarihine yeni sayfalar ekleyen bir savaş suçlusu sanığı olarak, yeni bir Milosevic örneği yaşanmaması için can güvenliği korunmalı ve işbirliği yaptığı uluslararası gerçek kişi ve kurumların ortaya çıkarılması için çaba harcanmalıdır.
Bu kirli ilişkiler ağı ortaya çıkarılmadan ve gerçek aktörler belirlenmeden savaş ve soykırım kurbanları adaletin tam olarak gerçekleştiğine hiçbir zaman inanmayacaktır.
Selvet Çetin
İHGD Balkanlar Koordinatörü