Evet, Allah kahretsin ki, birileri şu an Çin’de birilerini öldürüyor.
Birileri, birilerinin ırzına geçiyor. Devlet tüm acımasızlığıyla bunu yapanları koruyor ve hatta kendisi de bunu yapıyor.
Neden?
Çünkü rahmetli Hrant Dink’in tabiriyle, “Allah’ın belası bir hastalık” damarlarında geziyor, bu gaddarlığı yapanların.
Nedir o? Irkçılık. Sırf başka bir etnisiteye mensup diye, başka bir dili konuşuyor diye, başka bir dine inanıyor diye birilerinden nefret etmek. Ve tüm benliğiyle bu nefreti kusmak. Birileri dillerini konuşamıyormuş, birileri dinlerini yaşayamıyormuş, birileri işkence görüyormuş, birileri ölüyormuş kimin umurunda! O birileri biz değiliz ya!
İşte Allah’ın belası hastalık bu. İnsanlığımızı yutan ve kemiren, çocuk ölümlerine dahi bizi duyarsızlaştıran Allah’ın belası hastalık.
Bu hastalık şimdi Çin hükümetinin ve Çinliler’in damarlarında geziyor. Çin’de Uygur Türk’ü olmak “birileri” olmak demek şimdi. Kadın, yaşlı ya da çocuk fark etmiyor. Eğer Çin’de iseniz ve Uygur Türk’ü iseniz, siz artık “birileri”siniz birileri için. “Öteki” diyorlar ya, işte ondansınız. İnsani bir muamele görmek mi, ne münasebet, buna ne hakkınız var! Siz ancak devletin size lütfettiği kadar kültürünüzü koruyabilir, onun lütfettiği kadar dininizi yaşayabilirsiniz.
Daha fazlasını mı istiyorsunuz, canınıza mı susadınız? İşte hapishaneler, darağaçları, işkence odaları, ölümler, ağıtlar, acılı aileler.
Çin’de olan şey de tam olarak bu. Olayların ortaya çıkış nedeni ne olursa olsun bu bir özgürlük sorunudur.
Asıl unsurların ötekileştirdiği ve insani muameleyi reva görmediği kesimler, biraz daha özgürlük istediler. Çin devleti ise bu “bölücülere” şu an hadlerini bildirmekle meşgul.
Ve biz, bizden hissettiğimiz ya da bizden, bu topraklardan çok uzakta oldukları için, Uygur Türkleri’nin bu haline üzülüyoruz.
Peki neden üzülüyoruz? Çünkü onlar Türk, çünkü onlar Müslüman.
Buralarda bir yerlerde Türk ve Müslüman olmayan birileri de böylesine bir zulmün mağduru olmuş olsalardı yine üzülecek miydik?
Bizim devletimiz de birilerini ikinci sınıf vatandaş olarak görseydi, haykıracak mıydık sokaklarda insanlığımızı?
Çinlilerinki kadar gaddar bir devlete sahip olmuş olsaydık, asit kuyularından çıkan kemikler, binlerce faili meçhul olsaydı, nasıl hissedecektik kendimizi?
O aynı çocuk masumiyeti kaplayabilecek miydi ruhumuzu?
Rahatlıkla saf tutabilecek miydik mazlumların yanında?
Rum’muş, Ermeni’ymiş, Kürt’müş ayırmadan ve ayrıştırmadan acılara ortak olabilecek miydik?
Bunun cevabı gayet basit.
Eğer aynı hastalık bizde de varsa, bu hastalığı yenmeden bunu başarmak mümkün değil.
Ki, bu hastalık bizim damarlarımızda da var. Ve geziyor, ruhumuzu ve insanlığımızı kemiriyor.
Bu Allah’ın belası hastalık, “biz” ve “öteki”ler yaratıyor. Bizden olmayanlara nefret kusuyor.
Türk ve Müslüman olmayanlar doğal vatan haini olarak görülüyor.
Ölen Türk ise farklı bir muamele, Ermeni ise farklı bir muameleye tabi tutulabiliyor.
Buyurun işte Hrant Dink suikastı. Hrant Dink öldürüleli iki buçuk yıl oldu. Sürmekte olan davası ise iki yaşına girdi. Peki bu iki yılda ne oldu? Suikast zanlısıyla hatıra fotoğrafı çektirenler herhangi bir ceza aldılar mı? Suikastı, işlenmeden önce bilen emniyet ve jandarma görevlileri hakkında herhangi bir soruşturma mı açıldı?
Hayır. Çünkü ölen, hepi topu bir Ermeniydi. İkinci sınıf vatandaş işte, ne önemi var!
Ya da Rumlar, ya da Kürtler, neyin azınlığı olduğunuz ve kimin çoğunluğunun üzerinizde baskı yaptığına göre değişiyor fotoğraf kareleri.
Kürt iseniz, elbette teröristsiniz. Suçunuz Kürtçe konuşmak da olabilir bir Kürt şehrinde doğmak da. Hayatınız boyunca gittiğiniz batı illerinde terörist olmadığınızı ifade etmekle mükellefsiniz. Şiddet karşıtı olabilirsiniz ama neticede kara tenlisiniz ve sesiniz gırtlağınızdan geliyor. Gök kubbede hırıltılı bir ses bırakmanız terörist olmanız için yeter de artar bile.
Ya da misyonersiniz bu ülkede; Hıristiyan memleketlerinde İslam üniversiteleri açılırken siz kendi ülkenizde İncil dağıtamazsınız. Dağıtırsanız birileri sizi “öldürme hakkı”nı elde eder. Birileri böyle bir hakkın kendilerinde olduğuna inanır ve sizi öldürür. Çünkü siz onun kendi kafasında oluşturduğu “biz”in içinde değilsiniz. İşte Malatya katliamı da bu hastalıklı ruh halinin ürünüdür.
Fotoğraf kareleri “biz”leri ve “öteki”leri çoğalttıkça sizi de ötekileştirir. Ve yaşadığınız ülke göğün mavi, dalın yeşil, tarlanın sarı olduğu bir yerden çok, mazgalları paslanmış bir hapishaneye döner. Ordunuz ise gardiyanınız olur.