Demokrasinin Geleceği Forumu: Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Terry Davis’in Konuşması

07.08.2007

Demokrasinin Geleceği Forumu

Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Terry Davis’in Konuşması

Stockholm, Sigtuna, İsveç, 13 Haziran 2007

Çev: Orcun ULUSOY

Bayanlar ve Baylar,

Avrupa Konseyi üyesi ülkeler, 2005 yılındaki Üçüncü Zirvesinde, organizasyonumuza, demokrasiyi, Avrupa’da savunmak, desteklemek ve genişletmek yönünde açık bir görev verdi. Devlet ve hükumet başkanları, demokratik süreçlerde, tüm vatandaşların, ayrım olmaksızın, yer alabilmesi ve politikacılara ve demokratik kurumlara olan güvenin yeniden sağlanabilmesi için, demokrasinin geliştirilmesinin gerekliliğini kabul ettiler. Günümüze ve çağımıza ait olabilmesi için, Avrupa Konseyi bir eylem aracı olmalıdır. Olaylara ve gelişmelere ayak uydurabilmek için, kendisini sürekli olarak yeni şartlara uyarlamalıdır. Etkin olabilmek için, bir demokrasi savunucusu olmalıdır ve Demokrasinin Geleceği Forumu bu politikanın çok önemli ve ayrılmaz bir parçasıdır.

Demokrasinin Geleceği Forumu’nun bu üçüncü oturumunun konusu demokrasi ve insan haklarının birbirine bağlılığıdır. Aslında, korunması ve genişletilmesi için Avrupa Konseyi’nin kurulduğu bu iki değer, sadece birbirine bağlı olmayıp, aynı zamanda birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır da.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin güvence altına aldığı somut haklara kısaca bir göz atmak, bu ifadeleri doğrular. 9., 10. ve 11. maddeler; düşünce, ifade, toplanma ve dernek kurma özgürlüklerini güvence altına almaktadır. Açıkçası bu haklar, demokrasi ile sadece alakalı olmayıp, aynı zamanda demokrasinin çok yaşamsal parçalarını da tanımlamaktadır. Sözleşme tarafından korunan diğer haklara saygı da demokratik sistemimizin işleyişine, dolaylı veya dolaysız etkide bulunmaktadır.

Dolayısıyla ilk sonuç açık ve nettir. İnsan hakları olmadan demokrasi olamaz ve demokrasinin yokluğunda insan haklarından söz edilemez.

Demokrasi bir süreçtir, sonuç değil. Arada bir yapılan seçimlerden daha fazlasıdır. Demokrasi en az kusurlu yönetim biçimi olduğu gibi, insan hakları da vatandaşların, kendilerini bireysel ve toplumsal olarak ilgilendiren sivil ve politik konularda, gerçek katılımlarının altyapılarını sağlar. Sivil ve politik hakların yanında,sosyal ve kültürel haklar, demokrasinin dayanağı olarak insan haklarının resmini tamamlar.

Eminim ki burada bulunan veya üyemiz olan devletlerden hiçbirisi bu açık gerçeğe karşı değildir. Üye devletlerimiz, Avrupa Birliğine katılarak, Avrupa Konseyinin hukuki araçlarının bağlayıcı hükümleri ile beraber kendilerini bu haklara saygı duymaya ve korumaya adamışlardır.

Yine de sorunlarımız mevcuttur. Hükümetler demokrasi ve insan haklarının birlik ve bütünlüğünü genel anlamda kabul etseler de, bu yaşamsal ilişkiyi pratikte algılamakta çoğu kez zorluk çekiyorlar. Diğer bir deyişle; sıkça -ve bazen inanarak- açık, ciddi ve amacını aşan insan hakları ve temel özgürlükler ihlallerinin demokratik yapılarına zarar vermeyeceğini iddia ediyorlar.

Birkaç istisna dışında insan haklarının mutlak olmadığını açıkça söylemeliyim ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin kendisi, hangi hakların hangi durumlarda kısıtlanabileceğinin şartlarını içerir ve ayrıca -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile birlikte- Sözleşme bu kısıtlamaların kuralları ve yöntemlerini de içerir. Sorunlar, hükümetlerin -isteyerek ya da öngörmeden- bu kuralları göz ardı etmesi ve bu hakları yasal olmadan, keyfi olarak ve aşırıya kaçarak yasaklaması ile ortaya çıkar. Çoğu zaman bu durum iyi niyet ile oluşur ancak bu önemli değildir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi “a la carte” bir menü değildir ve üye devletlerimiz istedikleri bölümleri ya da parçaları alıp istemediklerini bırakmakta özgür değillerdir. Eğer ihlaller devam ederse ve cezalandırılmazsa, sadece bireylerin hakları değil, aynı zamanda demokratik kurumlar tehdit altında olur- ki bu da beni bu oturumun konusuna geri götürmektedir.

Size birkaç spesifik örnek vermek istiyorum.

Muhtemelen hepiniz Avrupa Komisyonu’nun Avrupa’daki gizli uçuş ve gözaltı iddiaları hakkındaki soruşturmalarını biliyorsunuzdur. Birkaç gün önce Senatör Dick Marty ve Yasal İşler Komitesi, üye devletler hükümetlerince dikkatlice inceleneceğine inandığım bir sonuç raporu hazırladılar. En azından şunu söylemek gerekir ki, bu rapor, gelecekte bu tür insan hakları ihlallerinin nasıl engellenebileceğine dair, son on iki ayda diğer kaynaklarca hazırlanan bilgilere katkıda bulunmuştur.

Gizli uçuş ve gözaltılar en az üç açıdan problemlidir.

Öncelikle, bireyleri doğrudan ilgilendiren ciddi insan hakları ihlallerini temsil ediyorlar. Bu durumun kendisi, bu ihlallerin ve gelecekte olabilecek olanların önlenmesini sağlayacak adımların atılması, sadece ahlaki bir zorunluluk değil, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre bir yükümlülüktür.

Diğer bir endişemse terörizme karşı savaşta oluşan bu ihlallerin etkileridir ve şüphesiz ki tüm hükümetlerimiz için kesin bir öncelik ve sorumluluktur. Ancak hükümetlerimiz sadece bir şeyler yapmakla yükümlü olmakla kalmayıp, aynı zamanda etkili de olmak zorundadırlar ve bu hukuki olmayan davranışların zarar verici olduğunu ve muhtemelen durdurduklarından çok daha fazla teröristi yarattığını gösteren pek çok kanıt olduğuna inanıyorum.

Üçüncü ve buradaki tartışmamız ile doğrudan bağlantılı olarak, gizli uçuşlar ve gözaltılar ile ilgili olarak kişisel araştırmalarım, üye devletlerin, hepsi olmasa da çoğunun, güvenlik güçlerini yasadışı hareket etmekten alıkoyacak yasal ve idari tedbirleri düzenleyemediklerini gösterdi. Bu tür tedbirlerin eksikliği -güvenlik güçlerinin de dahil olduğu- idari güce, parlamento ve yargının araştırmalarından kurtulmak için ciddi bir kaçış noktası yarattı. Güçlerin böylesine üstü kapalı devri, sadece bireysel insan haklarına değil, aynı zamanda demokratik kurumlarımızın işleyişine de zarar vermektedir.

Terörizme karşı savaşta, üye devletlerimizce kabul edilen bazı ulusal yasal ve idari uygulamalar hakkında da benzer kaygılar taşıyorum. Bazı durumlarda, bu uygulamalar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni göz ardı edebiliyor ya da doğrudan ihlal edebiliyor. Terörizm tehdidinin olağan dışı olduğuna ve istisnai uygulamalar gerektirebileceğini kabul ediyorum ancak bu, hükümetlerin neyi nasıl yapacaklarını belirlemede istediği şekilde – temel haklar ve özgürlükler ile erkler arasındaki güç dengesine saygılı olmadan – hareket edebilecekleri anlamına gelmemektedir. Bana göre, bu saygı, işleyen bir demokrasinin ön koşuludur.

Demokrasiyi tehdit eden örneklerimden ikincisi ise yükselme trendinde olan ve sıkça resmi olarak destek gören, Avrupa’daki bazı azınlık gruplarına karşı uygulanan ayrımcılıktır. Bazı Avrupa Konseyi üye ülkelerinde; Romanlara, göçmenlere, gay ve lezbiyen gruplarına karşı ayrımcılık öne çıkmaktadır.

Hepimiz, gay ve lezbiyen gruplarının -Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan- dernek kurma ve toplantı özgürlüklerine yönelik ihlallerin, kamu görevlileri tarafından, bir nefret ve önyargı atmosferinde, tahrik edilerek cesaretlendirildiği ya da müdahalede çekingenlik gösterilerek ihlallere göz yumulduğu güncel olaylardan haberdarız.

Bu -yine- sadece insan haklarının, doğrudan bireye yönelmiş, bir ihlali değil ama aynı zamanda demokrasinin normal işleyişine yönelik bir tehdittir. Demokrasi, insan hakları ve hukukun egemenliği; bağnazlığa, önyargıya ve nefrete göz yuman veya destekleyen toplumlarda işleyemez.

Son Parlamento Toplantısındaki insan hakları ve demokrasinin durumu hakkındaki görüşmede de söylediğim gibi, nefret güçlü bir motivasyondur ve önyargı, halkın dikkatini, toplumdaki gerçek sorunlardan uzaklaştıran ve seçimlerde önemli oy kazandırabilen etkin bir araç olabilir. İnsanlar, eninde sonunda, zırvalıkları farkedebilir – ancak seçimler her hafta tekrarlanmamakta ve politikada kısa ömürlü aldatmacalar, uzun dönemli zararlara yol açabilir. Kısacası bağnazlıklar sadece insan haklarını zedelemez, aynı zamanda demokratik sistemlerimizi çarpıtabilirler

Benim katılımım, bilerek, ne soyut ne de teorikti. Bu forumun, önemli görevlerini, belirli sorunlara eğilerek ve özgül çözümler üreterek yerine getirebileceğine inanıyorum. Sözlerimi basit bir mantıkla bağlamak istiyorum; insan haklarını ihlal eden demokrasiler, sadece bireyleri değil kendilerini de tehdit etmektedirler. Bu demokratik intihardır.

http://www.coe.int/t/dc/press/news/20070613_disc_sg_en.asp