Kuramlara sığmayan bir ülke

12.03.2009

ORHAN KEMAL CENGİZ*

İnsan ruhunu anlıyorsanız, Türkiye’yi anlarsınız! Türkiye’yi öyle kuramlarla falan anlayamazsınız… Türkiye’de, alt yapı üst yapıyı falan belirlemez, son kertede bile… Üstyapı da alt yapıyı belirlemez… Kısacası bu ülkeyi ne Marx’la ne de Max Weber’le anlarsınız…Bu ülkeyi ancak, “bir ben vardır bende benden içeru” diyen Yunus’la anlarsınız!

Türkiye derin bir nevrozun elinde kıvranan, yaralı birbireydir. Bir yandan kendisiyle böbürlenir alabildiğine, ama hemen sonra en derin aşağılık komplekslerinin içine gark olur! Sarkacın bir ucundan bir ucuna savrulur mütemadiyen… Nevrotik bireyi anlamadan Türkiye’yi anlayamazsınız!

Şöyle düşünün: Babanız, siz küçükken gözünüzün önünde bir cinayet işledi ve siz tüm yaşamınızı bunu inkâr etmek üzerine kurdunuz. Hadi bir sürü de kardeşiniz olsun… Hiçbiriniz o cinayet anını hatırlamıyorsunuz… Ama bazen belli belirsiz bu olay konuşulmakta! Üvey kardeş miydi neydi? Ama o da çok tahrik etmişti canım! Ama hatırlamıyoruz işte! Bu komşulara da ne oluyor böyle? Bunların hepsi alçak! Şu geçmişi gözümüzün içine sokmaya çalışıyorlar, bunların tek derdi ailemizi parçalamak; neyimiz var neyimiz yok elimizden almak istiyor bunlar, bizim hiç dostumuz yok bu dünyada, yapayalnızız! 

NEVROTİK BİR TOPLUMU ANLAYABİLMEK

Türkiye’yi Dostoyevski’yle anlarsınız! Freud’la bakarsanız gözünüz açılır! Karen Horney’in nevrotik bireyini, nevrotik topluma çevirirseniz bir anda beyninizin bütün kılcal damarları açılır, zihniniz berraklaşır. Türkiye’yi bir tek tüm bildiklerini unutanlar anlıyor… Tüm kuramları bir kenara koyanlar… Tüm kuramları bir kenara koyup, saf bir bilinçle bakmaya çalışanlar… Elini vicdanına koyan, yüreğinin sesini dinleyen, acı verse de gerçekle karşılaşmaya korkmayanlar, bir tek onlar anlıyor… Gökhan Özgün, Murat Belge, Ali Bayramoğlu, Perihan Mağden, Oral Çalışlar, Hasan Cemal, Etyen Mahçupyan, Ahmet Altan ve ismini sayamadığım bir düzine insan daha… Türkiye’yi bir tek onlar anlıyor… Tüm ezberleri bir kenara bırakanlar…

Acı çekmemek için, o cinayet anını unuttuk… Ama bedeli o kadar ağır ki! Bütün tarihimizle bağlarımız koptu. Kim olduğumuzu unuttuk. Sahte bir benlik yarattık kendimize! Davranışlarımız otomatiğe bağlandı! Birçok şeyi niye yaptığımızı bilmiyoruz. “Ulusal çıkar” deyip gizli gizli Rum patrikhanesini boğmaya çalışıyoruz. Bütün derdimiz patrikhaneden kurtulmak, ama neden yapıyoruz bunu, işin o tarafını bilmiyoruz. Patrikhaneyi İstanbul’dan kovunca, Ortodoks dünyasının ruhani liderliğinin Moskova’nın eline geçmesinde bizim nasıl bir ulusal çıkarımız olabilir? Belki bir zaman (tabi o zaman milyonun üzerinde Rum yaşamaktaydı bu ülkede) Rum patriğinin Türkiye’de siyasi bir etkisi vardı ama, üç bin tane Rum’un yaşadığı bir Türkiye’de patrikhane nasıl bir tehdit olabilir? Neden tehdit olsun? Biz neyden korkuyoruz? Bir sürü palavra uyduruyoruz kendimize. Hiç yorulmadan, usanmadan… Kocakoca generallerimiz, dünyanın sekizinci büyük ordusuna hükmederken, bıkıp usanmadan bir avuç misyonerin Türkiye için oluşturduğu “tehdidi” konuşup duruyor. Sayısız Milli Güvenlik Konseyi toplantısının konusuydu misyonerlik. Bu akılla mantıkla açıklanabilecek bir şey mi? Nereden geliyor bütün bu paronayalar? Bu ülkenin değişmez kırmızı çizgileri nereden geliyor? Geçmişte bir cinayet işlendi. Biz sözde unuttuk bunu. Bilinçaltımızın en derin köşesine gömdük bu bilgiyi. Ama dilimiz sürçüyor zaman zaman. Bazen kâbuslar görüyoruz. Çok fobilerimiz var bizim! Bir türlü sahici olamıyoruz! Gerçek bir kendine güven duygumuz yok bizim. Sadece böbürleniyoruz. Dışarıdan bakanlar asla anlayamıyor. Kendimizle böbürlenirken ne kadar güvensiz olduğumuzu hemencecik görüyorlar ama boyumuza postumuza, bütün bir potansiyelimize bakıp hayretler içersinde kalıyorlar, yahu bu adamlar neden bu kadar güvensizler kendilerine? 

KİMİZ BİZ

Bir olayı unutacağım derken, bütün bir geçmişimizi unuttuk. Sahi biz kimiz? Bizim tarihimiz Cumhuriyetle mi başladı? Biz neden bu kadar tahammülsüsüz farklılıklara? Neden içimiz dışımız düşmanlarla dolu? Biz Cumhuriyetle Osmanlı’dan daha mı ileri gittik gerçekten? Neden korkuyoruz bu kadar Hıristiyanlardan? Hani laiktik yahu! Müslüman’ı “yobaz”diye ezdikte, Hıristiyan’a ne oldu? Neden bu ülkede sadece bir avuç insan muteber vatandaş?

Neden gerçek bir “burjuvamız” yok bizim? Neden bizim zenginlerimiz, hep müesses nizamdan yana? Bazen apaçık menfaatlerine aykırı olsa da… Bir suç ortaklığı mı söz konusu olan? Neden bu kadar korkuyoruz yabancıların toprak almasından? Gizli bir bilgimiz mi var yoksa? Bizim malların bir kısmı “ahlı” mal mıdır? Alın terimizle kazanmadık mı onları? Bir gün elimizden alınır korkusuyla, suç ortaklığımızı sonsuza kadar sürdürmeye yemin mi ettik?

Biz çok ağırbir bedel ödüyoruz! İnsanlara yaptığımız haksızlığı kabul etmemek için en büyük haksızlığı kendimize yapıyoruz aslında! Geçmişle hesaplaşmamak, eski acılarla yüzleşmemek için, bu izbe hapishanede geçiriyoruz günlerimizi! Gardiyanı da, mahpusu da biziz bu hapishanenin! Biz bu derin nevrozun pençesinde kıvranırken, gerçek potansiyelimizin çok azını yaşama geçirebiliyoruz. Biz çok hastayız! Nasıl olmuşsa olmuş, tornadan kaçmış, günışığını görmüşlere deli muamelesi yapıyoruz! En akıllılarımızı “marjinal” kabul ediyoruz! En aptalımız en akıllımıza, ağzını yamulta yamulta “akıllı ol” diye bağırıyor! Katillerimiz kahraman muamelesi görüyor bizim!

Bu ülkeyi Marx’la, Weber’le falan asla anlayamazsınız! Bu yüzdendir, solcularımızın bu ülkeyi zerre kadar anlamaması, liberallerimizin sağından solundan dolaşması. Bu ülkeyi bir tek, tüm kuramları bir kenara koyanlar anlıyor. Çünkü bu ülkeyi “bilinçdışı” denen şey yönetiyor! Onu görmek için tüm ezberlerinizi bir kenara bırakmak ve acı çekmeye hazır olmak zorundasınız! Bir de tabi dışlanmayı göze almaya! İnsan ruhuna ilişkin bilgiye ihtiyacınız var Türkiye’yi anlamak için. Çocukken büyük travmalar yaşamış bir yetişkini anlamak gibidir Türkiye’yi anlamak! Ketlenmiş bir bireyi anlamaktır! İnsan ruhunun dehlizlerinde dolaşmaya ihtiyacınız var! Kendine yabancılaşmış bireyin, sahte bir benlik yaratmasının ne demek olduğunu anlayabilmeniz gerekir! Savunma mekanizmalarını görebilmelisiniz! İnsan nasıl kendi içindekini karşısındakine yansıtır? Nasıl da yalanlar söyler insan kendine? Sen zavallısın diyen iç sesini bastırmak için nasıl da dev aynasında görür kendini? Bütün bunları anlayabilmeniz gerekir! Yoksa Türkiye’yi anlayamazsınız! Türkiye’yi anlamak insanın kendisini anlaması gibidir! Onu akılla değil, sezgiyle, düşünceyle değil, hislerle anlarsınız! İlk önce kendinizi anlamalısınız! Aynada gözlerinizin ta içine bakın, Türkiye’yi anlamaya oradan başlayacaksınız! 

*Avukat / orkece@yahoo.com

http://www.taraf.com.tr/haber/29629.htm