Bu yazı 18.01.2004 tarihinde Radikal 2’de yayınlanmıştır .
Türkiye’de küçük otel sektörünün öncüsü olarak tanınan Sevan ve Müjde Nişanyan’ın İzmir Şirince köyünde bulunan Nişanyan Evleri adlı oteli, 8 Ocak 2004’de İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı’nın emriyle (tekrar!) kapatıldı. “Küçük Oteller” kitabının yazarları olan Sevan ve Müjde Nişanyan, “Türkiye’de insancıl turizmin öncüleri” olarak tanınıyorlar. Restore edilmiş köy evlerinden oluşan Nişanyan Evleri’nin yanı sıra, Nişanyan’ların kendi evleri de jandarma birliklerince mühürlendi. Geçici olarak bir komşularının evine yerleşen Nişanyan’ların, 10, 7 ve 3 yaşında üç çocuğu bulunuyor. Kapatma kararına gerekçe olarak Nişanyan Evleri’nin yapı ve iskân ruhsatlarının bulunmaması gösterildi. Beş evden oluşan Nişanyan Evleri’nin bazıları Nesin Vakfı’nın mülkiyetinde bulunuyor ve gelirlerinin bir bölümü vakfın yardıma muhtaç çocuklar için Çatalca’da kurduğu çocuk evinin desteklenmesi amacıyla kullanılıyor. Nişanyan Evleri hakkında daha önce de İzmir Valiliği tarafından yıkım emri çıkarılmıştı. S. Nişanyan 2001-2002’de “sit alanında izinsiz köy evi restore etmek” suçundan 11 ay hapis yattı. Nişanyan Evleri iç ve dış basında çıkan çeşitli yazılarda “Türkiye’nin en güzel küçük oteli” olarak nitelendiriliyor. ABD’de yayımlanan “Open Road: Turkey” adlı popüler gezi rehberinde Nişanyan Evleri Türkiye’nin en çok görülmeye değer on noktasından biri olarak tanıtılıyor.
Sevan Nişanyan’ın Ermeni kökenli biri olarak etnik kimliği ve Aziz Nesin tarafından kurulan vakfın Nişanyan Evleri ile olan ilişkisini gözönünde bulunduracak olursak, bu haberi duyduğum vakit aklına ilk olarak “acaba politik bir baskı mı söz konusu?” sorusu geldi. Ne de olsa ortada Türkiye Cumhuriyeti’nin kendinden yaşlı olmasına rağmen milli bir mesele haline getirip, halen gündemde tuttuğu 90 yıllık bir Ermeni sorunu ve “Aydınlar Dilekçesi” ile tekrar gündeme gelen Aziz Nesin’in yarattığı bir eser söz konusuydu. Dilekçe, 1984’de ilk sunulduğunda, Kainat Paşa ve Saz Arkadaşları tarafından “vatan hainliği” ile suçlanmıştı. Ancak, S. Nişanyan’a göre tüm bunlar kendi aleyhinde kullanılacak kozlar olmasına rağmen asli değiller. Başka türlü ifade edilemeyen nefret “o zaten gavur kapatın gitsin” diliyle yansıtılıyor. Asıl sorun bağnazlık, çapsızlık, önyargı, haset, kompleks. Kısaca bürokratik bataklık.
Tek kaçak onlar mı?
Yaşananlar, mülkiyet hakkına yönelik gerçekleştirilen bir tecavüz olduğu kadar, bizleri Türkiye’nin bir başka gerçekliğiyle daha yüzyüze bırakıyor. Örneğin, İstanbul’daki konutların yüzde 70’inin, yarım milyon nüfuslu Sultanbeyli kasabasının, Antalya’nın Olympos/Çıralı köyünün -ki 80’e yakın turistik tesis var- komple kaçak olması gibi, Şirince’de de 19 yıldır yapılan her şey kaçak. Haliyle Nişanyan Evleri de “kaçak”. Yani izinsiz olarak restore edilmişler. Bu arada İzmir’de resmen kesinleşmiş yıkım kararı bulunan 40 bin yapı olduğunu da hemen belirtelim. Çürümüş, tıkanmış bir bürokratik prosedürün boğduğu bir ülkede yaşam ister istemez “kaçak” olarak devam ediyor.
Şirince köyü 1984’te “kentsel sit” ilan edilmiş. Kanun gereği bir yılda yapılması gereken “Koruma Amaçlı İmar Planı” tam 19 yılda tamamlanamamış. Dolayısıyla 19 yıldan beri bu köyde yasal olarak bir çivi çakmanın imkanı yok. 2001’de, Nişanyan Evleri’nin vesilesiyle, geçici bir düzenleme yapılmış. Anıtlar Kurulu nezaretinde birtakım inşai faaliyetlere izin verilse de, imar planı hâlâ yok. Tabii bu arada 1984’ten bu yana Şirince’de 90’ı aşkın yapı “kaçak” olarak yenilenip, tadil edilmiş, kat çıkılıp, müştemilatlar ve eklentiler yapılmış. Buna 40’tan fazla komple kaçak yeni evi eklemek gerek. Anıtlar Kurulu “ihbar” mekanizmasına göre çalıştığı için tabii ihbarı yiyen işlem görmüş, diğerleri ise kurtulmuş durumda. Şirince köyünün koruma altına alınması için önemli gayretler sarf eden Nişanyanlar, 1997’de sit alanının genişletilmesi için çaba göstermişler. Bu işin “yasakla” yürümeyeceği apaçık olduğu için, geleneğe uygun yeni yapıların nasıl yapılması gerektiğine dair akıl yürüterek, köyün mimari geleneğini araştırmışlar. Yayınlar çıkararak köylüye yol göstermeye çalışmışlar. Yıkılıp harabeye dönmüş, ahır olarak kullanılan bazı taş evleri 1997’den itibaren alıp, tamamen geleneksel malzemeyle ve geleneksel estetiğe uygun olarak yenilemişler. Bu evler, alt katı taş, üst katı ahşap çatkı üstüne saman sıvalı eski tip köy evleri. Yani “kaçak” denilen yapılar gerçekte Türkiye’nin yüz akı olacak binalar. Geri kalmış bir köy ortamında, kısıtlı bir yatırımla, köy dokusunu hiç bozmadan Türkiye’nin en mükemmel turistik tesislerinin yaratılabileceğini kanıtlayan önemli bir örnek.
Yasalar neyi koruyor?
Peki bürokrasi ve anlamsız, yasakçı yasalarımız gerçekte neyi koruyor? Uluslararası raporlardan anladığımız kadarıyla kendisi hariç hiçbir şeyi! Bunun için iç göç, çarpık yapılanma ve yoksulların barınma hakkı konusunda çalışmalar yapan BM İnsan Yerleşimleri Merkezi/Habitat yanında, UNESCO’nun ilgili sözleşme çerçevesinde başlattığı “Dünya Mirasını Koruyalım” kampanyasının raporlarına bakmak yeterli. UNESCO’nun kampanya listesinde Türkiye de var. Türkiye ise UNESCO’nun tüm çağrılarına rağmen kültürel mirasını korumamakta direniyor. UNESCO, en son 2003 raporunda, İstanbul’daki alt yapı çalışmalarının, arkeolojik ve tarihi eserlere zarar verebileceğine dair kaygılarını tekrar dile getirdi. Öyleyse, tarihi ve kültürel dokumuzu restore edip korumak ve değişik amaçlarla insanlığın hizmetine sunmak yerine, çürümeye terk edip kaderiyle başbaşa bırakmak, üstüne üstlük sahip çıkanlara türlü türlü engeller yaratmak niye? Oysa ki, dünyanın doğal ve kültürel mirası insanlığın ortak malı ve bundan yararlanmak ve korumaya çalışmak herkesin hakkı. Bu yönde çalışmak isteyen insanların kaderi keyfiyetin kurbanı olmamalı. Bunu kanıtlamak herkes için önemli. Kamuoyu desteği Nişanyanların en büyük güç kaynağı. Türkiye’de tüm olumsuzluklara rağmen, ortak bir akıl, ortak vicdan olduğunu bilmek sevindirici. Bu ülkeyi her şeye rağmen başka pek çok ülkeden daha yaşanılır yapan da bu. Bunu göstermemiz lazım.
HAKAN ATAMAN
http://www.radikal.com.tr/ek_sayfa.php?ek=r2&ek_tarihi=18/01/2004