Ülke bütünlüğü akreditasyon ile mi sağlanacak?

15.03.2007

Dr. Levent Korkut[1]

13 Mart 2007, Salı – Zaman

Günümüzde demokratik bir rejim basın ve yayın organları olmadan düşünülemez. Basın ve yayın organlarının böylesine önemli bir yer tuttuğu çağımız toplumlarında ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü de aynı derecede vurgulanmaya başlamış, bu özgürlüğü tamamlayan bireylerin bilgiye erişim hakkı yeni içerikler kazanmıştır.

Hatta, basın özgürlüğünün kapsamı o ülkenin demokratikleşme düzeyi bakımından temel bir göstergeye dönüşmüştür. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün dünya çapında yaptığı sıralamada Türkiye, basın özgürlüğü bakımından doksan sekizinci sırada yer almaktadır. AB üyesi olan devletlerin ilk elli içinde bulunduğu bu listede Türkiye’nin bulunduğu yer, basın özgürlüğü için daha fazla çalışma yapılması gerektiğini göstermektedir. Bu çalışma, aynı zamanda Anayasa’nın 26. maddesindeki “basın hürdür” hükmünün hayata geçirilmesini sağlamaya yönelik bir yükümlülüktür.

Geçtiğimiz hafta içinde gündeme getirilen, Genelkurmay Başkanlığı’nın gazeteler ve gazeteciler hakkında düzenlemiş olduğu ve akreditasyon amaçlı olduğu ileri sürülen rapor acaba basın özgürlüğü bakımından ne anlam taşıyor? Raporun içeriğine bakıldığında, Türkiye’de yayınlanan çok sayıda gazete ve yayın organı hakkında Silahlı Kuvvetler ve güvenlik ile ilgili yayınlarından hareketle siyasi içerikli değerlendirmeler yapılmakta, benzer türde yorum ve değerlendirmeler tek tek gazeteciler için de ayrıntılı olarak raporda yeralmakta ve gerek gazetelerin gerekse gazetecilerin akreditasyonlarının bu değerlendirmeler ışığında devam ya da sonlandırılması tavsiye edilmekte.

Akreditasyon, kurum ve kuruluşların çalışmalarında, özellikle de ilgili kurumun diğer kuruluşlar ve bireylerle ilişkilerinde belli bir düzenin sağlanması, nitelikli bir düzey ve standarda erişilmesi için kullanılan bir araçtır. Akreditasyon teknik nitelikte bir düzenleme olup, akredite edilecek kurum ve kişilerin hangi koşulları sağlamaları gerektiği belirlenir. Amacın düzenin, disiplinin ve niteliğin artırılması olması belirlenecek koşulların teknik özelliğini ön plana çıkarır. Örneğin, üniversiteler akredite edilecekse, sınıfların büyüklüğünden, öğretim üyelerinin niteliklerine kadar bir dizi kural konulabilir. Gazete ve gazetecilerin akredite edilmeleri normal bir uygulamadır. Ama kurallarına uygun yapılması gerekir. Burada uyulması gerekenleri üç başlık altında özetleyebiliriz. İlk olarak, yukarıdaki bilgiler ışığında akreditasyon kurallarının belirlenmesi gerekir. Örneğin meslekte tecrübe, belli bir büyüklüğe sahip olma bir akreditasyon kuralı olabilir. Şeffaflık ve eşitlik olarak adlandırabileceğimiz ikinci ve üçüncü kurallar akreditasyon verecek kuruluşun devlet organı ya da kamu kurumu olması durumlarında daha da önem kazanır. Şeffaflık, akreditasyon kural ve ilkelerinin kamu tarafından biliniyor olmasıdır. Böylece, kurum ve kuruluşların kararlarını keyfi ya da siyasi olarak almadıkları toplum tarafından kontrol edilebilir. Ayrıca, tüm devlet organları ve kurumlarının Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine uygun hareket etmesi gerekir. Öyle ki, bu kurala uymayan kurumların sorumluluk sahibi yöneticilerinin cezai sorumlulukları dahi sözkonusu olabilir. Kurum ve kişiler ayrımcılığa uğramadan akredite olmalıdır.

Demokrasi büyük yara aldı…

Genelkurmay Başkanlığı içinde akreditasyon işleminin yapılabilmesi için hazırlanan rapor medyada yer aldığı şekli ile yukarıdaki koşulları karşılar nitelikte değildir. Bir kere akreditasyon için gerekli olan teknik kriterlerden raporun hiçbir yerinde bahsedilmediği görülmektedir. Tam tersine, rapor siyasi sayılabilecek nitelendirmeler içermekte, adeta gazete ve gazetecilerin siyasi görüşleri akreditasyon ölçütü olarak ele alınmaktadır. Öte yandan, bu kurallar önceden saptanıp kamuoyuna duyurulmuş değildir. Üstelik, Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’nin Genelkurmay Başkanlığı’nı uygulamaları konusunda defalarca uyarmasına rağmen bir cevap alamamasını da hesaba katacak olursak mevcut uygulamanın şeffaf ve önceden oluşturulmuş kurallara dayanmadığını söyleyebiliriz.

Aynı şekilde halihazırdaki uygulamanın eşitlik ilkesini gözeten bir yönü de bulunmamaktadır. Değerlendirmelerin siyasi görüşlere göre yapılması eşitliği zedeleyen bir tutum olduğu gibi tümüyle siyaset dışı olması gereken bir kurumun konumu ve sınırları ile bağdaşmamaktadır. Sonuçta söz konusu gazete ve gazeteciler basın açıklamalarına ve toplantılarına katılmak için akredite edilmektedir. Dolayısı ile konunun devlet sırları ve gizlilik ile bir yönü dahi bulunmamakta. Örneğin, bir anti-militarist yazarın bu niteliği nedeniyle akredite olmaması devlet kurumlarının vatandaşa eşit duruşunu bozan bir görüntü oluşturur. Ayrıca, saygın ve çok okunan bazı gazetelerin rapor kapsamına dahi alınmaması, yapılan değerlendirmenin keyfiliğine işaret etmektedir. Dahası, Silahlı Kuvvetler’e yapılan negatif yorumların tümünün değerlendirme yapılırken esas alınmadığı, örneğin bir önceki genelkurmay başkanına yönelik eleştirilere bakılmadığı, Silahlı Kuvvetler’i destekleyen ve desteklemeyen görüşler şeklinde bir ölçütün de kullanılmadığını düşündürmektedir.

Denilebilir ki, bir kurumun basın açıklamalarına hangi kişilerin ve basın organlarının katılacağı bütünüyle o kurumun meselesidir. Bu görüş, ancak kurum sivil nitelik taşıyorsa geçerli olabilir. Aslında sivil kurumlar dahi saygınlıklarını ve tarafsızlıklarını koruyabilmek amacıyla şeffaflık ve eşitlik ilkesine önem vermektedir. Genel idarenin içinde yer alan bir kurumun ise şeffaf olmama ya da eşitlik ilkesini dikkate almama gibi bir seçeneği olamaz. Konunun önemli ya da önemsiz olmasına bakılmaksızın tüm idare eylem ve işlemlerinde keyfilik ve ayrımcılıktan uzak durmalıdır. Ana muhalefet partisi lideri Sayın Baykal’ın, hükümetin de uygulamalarının benzer olduğu argümanı söz konusu raporu haklı çıkarmaz. Bir sosyal demokrat parti liderinin, basın özgürlüğüne ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik rejimlerde idarenin eylem ve işlemlerinin uyması gereken kurallara karşı kayıtsızlığı üzüntü vericidir. Gazete ve gazetecilerin akreditasyonu için hazırlanan raporun, alınacak nihai kararın gerekçesi amacıyla kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Dolayısı ile henüz bir bağlayıcılığa sahip değildir. Ancak bazı yazar ve siyasetçilerin iddia ettikleri gibi bu belge sadece bir iç metin olarak da algılanamaz. Genelkurmay’ın akreditasyon ilkelerini oluşturması, şeffaf hale getirmesi ve eşitlik ilkesine uygun davranması konuyu gündemden kaldıracağı gibi, toplumda oluşan ‘Akreditasyon gerekçe gösterilerek siyaset mi yapılıyor?’ sorusuna da cevap verilmiş olacaktır. Özellikle 28 Şubat sürecinde gazete ve gazetecilere fiilen müdahale edilmiş olması, halihazırda böyle bir etkide bulunulmamış olsa dahi endişe yaratmaktadır. Rapor “ikinci andıç” olarak nitelendirilerek, 28 Şubat’taki uygulamalar için kullanılan “andıç” terimine yer verilmesi bu endişelerin varlığının bir kanıtıdır.

Görüşlerine katılalım ya da katılmayalım, deneyim sahibi ve kanaatlerin oluşumunda rol oynayan birçok gazetecinin ve saygın yayın organının dışlandığı, tabloid grubuna giren magazin ağırlıklı, ciddi yorum ve görüşlerden uzak yayın organlarının kabul gördüğü bir demokrasinin nasıl sağlıklı olabileceğini, gazete ve gazetecilerin siyasi eğlimlerine göre sınıflandırıldığı bir sistemde nasıl birlik ve beraberlik kurulabileceğini de sorgulatan bir uygulamanın idare tarafından destek görmemesi gerekir. Umuyoruz ki, bazı görüşleri nedeniyle yıllarca devletin en üst düzeyinde görev yapanları, aksini ispat etmek için çırpınmalarına rağmen ordu karşıtı yapan, salt muhalif oldukları için aydınları sakıncalı kişi konumuna getiren, topluma eleştirileri ile yarar sağlayan, bakış açılarımızı genişleten, parayla ölçülemeyecek en önemli toplumsal değerlerimizden biri olan düşünce ve kanaatleri üreten kurum ve kişilerin üstünü çizen, tüm konulara siyah ve beyaz renkleri olan bir pencereden bakan bu raporun demokrasinin, çoğulculuğun ve hukuk devletinin neresinde durduğu büyükbir dikkatle ele alınacaktır.

 


[1] Hacettepe ÜniversitesiÖğretim Üyesi