Bu makale Radikal Gazetesinin 4 Haziran 2004 tarihli nüshasında yayınlanmıştır
Avrupa’nın en şahin başbakanından gelmesi de herhangi bir şeyi değiştirmedi. ‘Vicdani reddi’ tanıyan bazı düzenlemeler yapılması yönündeki öneri, ‘abesle iştigal’ havası yaratılarak, en küçük bir tartışma konusu bile olamadan, kızgın saca değen su damlası gibi buharlaşıp gitti. Politikacılarımız, Türkiye’nin jeopolitik konumundan dem vurup, önerinin değerlendirmeye bile alınamayacağını söylerken, kimi köşe yazarlarımız Türk halkına ilişkin derin bilgi ve gözlemlerini konuşturdular, ‘vicdani reddin’ kabulü halinde askere gidecek hiç kimsenin bulunamayacağını kelam eylediler.
Açılmadan kapatıldı
Böylece de bu mesele kapanmış oldu. Ta ki, bir AB paketiyle tekrar önümüze gelinceye kadar. Kişinin dinsel veya başkaca güçlü bir inanç veya düşünceye dayanarak askerlik yapmayı reddetmesi olarak tanımlanabilecek olan ‘vicdani ret’ günümüzde temel bir insan hakkı olarak kabul ediliyor. Türkiye’nin parçası olduğu Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi gibi ulus-üstü yapıların pek çoğu, vicdani reddi pozitif bir hak olarak tanımış durumda. İnsan hakları reel politik kavramlara atıfta bulunularak tartışılamaz. Yani ‘vicdani ret’ bir insan hakkıysa eğer, siz jeopolitik konum veya sosyolojik durum gibi argümanları ileri sürerek bu hakkın tanınmasını engelleyemezsiniz. Ancak, ileride vicdani ret hakkı tartışılırken tekrar tekrar önümüze getirileceğe benzeyen bu argümanlara şöyle bir bakmak da yararlı olabilir.
Barış ve savaş hali
İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde, ‘Bizden buraya kadar’ deyip, doğru bulmadıkları savaşa katılmayı reddeden askerlerin oluşturduğu ‘Yesh Guvul’ (‘her şeyin bir sınırı var’ anlamına geliyor) hareketi İsrail’in askeri gücünü zaafa uğratamadıysa eğer, hangi jeopolitik argüman Türkiye’nin ‘vicdani ret’ hakkını tartışmasını bile engelleyecek kadar güçlü olabilir? Birinci Körfez savaşı sırasında ABD, 111 askere ‘vicdani retçi’ statüsü tanıyıp terhis ettikten sonra herhangi bir zaaf içinde görünmüyordu. İsrail ve Amerika gibi son derece militarist özellikler taşıyan ülkelerin askerleri savaş sırasında havlu atıp çekildiğinde, kıyamet koparılmıyor da, hiçbir yakın savaş tehdidi altında olmayan bir Türkiye’de, barış zamanında askerlikle ilgili evrensel olarak tanınmış bir uygulama bile tartışılamıyor.
Sosyolojik durum
Vicdani reddin tanınması halinde, hiç kimsenin askere gitmeyeceği de, gayri ciddi bir argüman. Reddi hukuken tanıyan ülkelerin hemen hepsinde, alternatif bir sivil hizmet söz konusu. Bu sivil hizmet genellikle askerlik süresinden biraz daha uzun. Ayrıca ‘vicdani retçi’ olarak kabul edilmek isteyen kişiler, ilk önce uzun bir soru listesini yanıtladıktan sonra, içinde psikolog ve psikiyatrlarında bulunduğu bir heyeti, dini inanç veya vicdani kanaatlerinin askerlik hizmetiyle bağdaşmadığına ikna etmek durumundalar. Bu gün Türkiye’nin tartışmaya bile yanaşmadığı vicdani ret kurumu, orta çağdan beri hukuken tanınan bir realite. Hollanda 1549 yılından beri bu hakkı tanıyor. Norveç 1900, Danimarka 1917, İsveç 1920 yılından beri vicdani reddi pozitif hukuklarının birer parçası haline getirmiş ülkeler arasında yer alıyor. 1970’li yıllardan bu yana neredeyse tüm Avrupa devletleri bu hakkı tanıdı. Türkiye gibi, jeopolitik argümanlar ileri sürerek büyük direnç gösteren Yunanistan, Avrupa kurumlarının baskısına dayanamayarak 1997 yılında vicdani reddi tanımak durumunda kaldı.
Vicdani ret birkaç şekilde gerçekleşebiliyor. Kişi askere çağrıldığında dini inancı veya vicdani kanaati nedeniyle askerlik yapmayı reddedebildiği gibi, kimi zamanda askere çağrıldıktan sonra ve hatta subay düzeyinde silah altında bulunurken vicdani ret ilan edebiliyor. Vicdani reddi kabul eden ülkelerin pek çoğunda her iki durumda hukuken tanınıyor. Bir başka kategori, temel olarak askerlikle bir sorunu olmayıp ülkelerinin girdikleri savaşı doğru bulmayanlar. Yukarıda sözünü ettiğim Yesh Guvul bu kategori içersinde yer alıyor. Biz ülkemizi koruruz; ancak Lübnan’ı işgal etmeyiz, Filistin’in işgal edilmiş toprakları üzerinde askerlik yapmayız” diyen bu hareket halen İsrail’de varlığını devam ettiriyor. Bir de tahmin edileceği üzere “total retçiler” var. Yani her türlü askeri hizmeti ve sivil hizmeti, bir dayatma olarak görüp reddedenler.
Evrensel hukuk
Tek tek ülkelerdeki gelişmelerin yanı sıra, vicdani ret Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin de tanıdığı ve tüm ülkelerin tanıması için gayret gösterdikleri bir statüye dönüştü. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu 1987 yılında bütün devletleri vicdani ret hakkını tanımaya davet etti. Türkiye’nin de taraf olduğu Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 18. maddesini yorumlayan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, maddede belirtilen din ve vicdan hürriyetlerinin vicdani ret hakkını da kapsamına aldığını ifade etti. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 1987 tarihli (87 sayılı) tavsiye kararıyla ve Parlamenterler Meclisi’nde 2001 tarihli (1518 sayılı) tavsiye kararıyla Avrupa Konseyine üye tüm devletlere vicdani ret hakkını tanımaları ve alternatif sivil hizmete ilişkin düzenlemeler getirmeleri çağrılarında bulundular. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 10. maddesi vicdani ret hakkını açıkça tanıyor. Birleşmiş Milletler Dinsel Hoşgörüsüzlük Özel Raportörü de 2001 tarihli raporunda, din ve vicdan hürriyetinin temini bakımından Türkiye’den vicdani ret ve alternatif sivil hizmeti içeren yasal düzenlemeler gerçekleştirmesini talep etmişti.
Rapordaki not
Dinsel Hoşgörüsüzlük Özel Raportörü Türkiye’ye bu yönde tavsiyede bulunduğunda, vicdani ret ne toplumun ne de siyasetin gündemindeydi. Dolayısıyla da, o tarihlerde konuya ilişkin kamusal bir tartışma da söz konusu değildi. Ancak Raportör Türkiye’ye yaptığı kısa ziyaretin ardından bu tavsiyede bulunurken, ‘bölgesel özelliklerin bu hakkı tanımamanın bir gerekçesi olamayacağını’ belirtmeyi de ihmal etmemişti.
Ziyarette bulunduğu o kısa sürede Türkiye’nin jeopolitik konumu üzerine kim bilir kaç tane nutuk dinledi ki, daha ortada bir itiraz yokken, nasıl olsa bunlar ‘şimdi bunu ileri sürer’ deyip, demokratikleşememizin mazeretlerinden birini belirtme gereği duymuştu.
Diğer kavramlar
Vicdani ret hakkı yeniden gündeme gelecek ve bizler yine ‘jeopolitik konum’ üzerinden yürütülen kısır argümanları dinleyeceğiz; en sonunda da ‘Avrupa Birliğine uyum’ çerçevesinde, ‘gerekli düzenlemeler’ sorgusuz sualsiz bir şekilde yapılıp geçilecek…
Ancak gönül isterdi ki, Britanya Başbakanı Tony Blair’in anıştırması Türkiye’de bir tartışma başlatmaya yetseydi. Keşke, ‘vicdani ret’ serbestçe bütün boyutlarıyla tartışılabilseydi; o tartışmaların yarattığı çağrışımlarla ‘halkı askerlikten soğutmak’ gibi suçlar, ‘profesyonel ordu’, ‘askeri yargı’ v.d gibi kavramlar da, başta parlamento olmak üzere geniş bir tartışma zemini bulabilseydi…
Ancak böyle olmuyor, ‘bize özgü demokrasi’ ve ‘bize özgü insan hakları’, Avrupa’nın gösterdiği havuçlar ve sopalarla bir ‘hazır ola’ geçiyor, bir ‘rahat’ duruşa. Yani, ikinci bir emre kadar “vicdani ret” yok!
ORHAN KEMAL CENGİZ