“Ben Aşağıda İmzası Olan…”

Demokratik bir rejimde, ‘sen başını dini gerekçeyle mi örtüyorsun yoksa ideolojik gerekçeyle mi?’ diye soran devlete verilecek tek yanıt ‘sana ne?’den başkası değildir. Devlet bir kadının başını hangi amaçla örttüğünü sorgulayamaz. Niyet okumak da demokratik değil totaliter devletin bir özelliğidir. Bu yasak ve ayrımcılık her şekliyle sona ermelidir. 

BERAT ÖZİPEK

ÜNİVERSİTEDE Özgürlük metnini ben de imzaladım. Özgür üniversiteden yana olduğum, ayrımcılığa karşı olduğum ve başörtüsü yasağının kaldırılmasını kesinlikle desteklediğim, üniversitelerin ‘birlik içinde yasaktan yana’ oldukları illüzyonunu silmek, yasakçı rektörlere ‘üniversite sizden ibaret değil’ demek, üniversiteyi garnizona çevirmek isteyen zihniyete teslim olmamak için imzaladım.

O metne çok çeşitli nedenlerle imza atanlar olabilir, ben kendi adıma konuşuyor, kendi gerekçelerimi sunuyorum.

İmzaladım, çünkü insan haklarını herkes için ayrımsız bir biçimde savunmanın ahlaki bir ödev olduğuna inanıyorum; bireylerin haklarını sıraya koyma, kurbanlardan bazılarını sıranın önüne alma ve mücadele edilmesi gereken ihlaller arasında ayrım yapma yetkisini kendimde görmüyorum; ahlaken haklı ve tutarlı olmanın başka bir yolunu da bilmiyorum.

Fatma Ayşe’ye baskı yaparsa

Başörtüsü yasağının, düşünce, ifade, din ve vicdan özgürlüğü, eşitlik ilkesi ve ayrımcılığa uğramama hakkı başta olmak üzere, bir dizi sivil ve siyasal hakkın ihlali anlamını taşıdığını düşünüyorum. Kadının eğitim, öğrenim ve kamu görevlisi olarak çalışma dahil, hiçbir alanda ayrımcılığa uğramamasından yanayım.

Bu ülkede ‘ötekinin özgürlüğü’ konusunda ahlak sınavını geçen hiçbir ‘kesim’ olmadığını, hepsinin ‘kendine demokrat’ olduğunu biliyorum. ‘İslami kesim’in de başkalarının hakları söz konusu olduğunda iyi bir sınav vermediğini de. Ama bu kritere göre hak savunacak olursak, hiçbir ‘kesim’ için ağzımı açmaya değmeyeceğini de biliyorum. İşte tam da bu yüzden, hakları kesimler için değil bireyler için, sonuçlarından bağımsız olarak, pazarlıksız ve rezervsiz biçimde ondan yararlanan bireylerin ait olduğu kimliklere bakmadan savunuyorum.

‘Başörtüsü serbest bırakılınca, bazı yerlerde örtenler örtmeyenlere baskı yaparlar’mış. Olabilir. Ama bu sav ne yasağı meşru kılıyor, ne de başını örtmek istemeyen kadınlara gerçek bir güvence sağlıyor. Başörtüsü serbest bırakıldığında birileri başı açık kadınlara baskı yapabilir/yapacak diye, bugünden başı örtülü kadınlara yapılan baskıyı onaylayamam. Birilerinin yarın Ayşe’ye baskı yapmasını önleme adına, bugünden devletin Fatma’ya baskı yapmasını meşru göremem. Benim için iki kadın da, ikisinin hakkı da birdir. Fatma’ya yönelik yasağın kaldırılması için uğraşmakla, Ayşe’nin haklarını savunmayı birlikte yürütebilirim.

‘Ülkenin daha önemli sorunları var’mış. Bunu söylemek, her kurban için o hakkın en önemli olduğunu görememenin ve acıları küçümsemenin yanında, hakları aynı anda herkes için savunmanın önemini anlamamaktır. Hakları sıraya koyup, tek tek çözmeye çalışmak, hem ahlaki olarak, hem de stratejik olarak yanlış bir yola girmek demektir. Ben hiçbir kadına, ‘bu ülkenin daha önemli sorunları var, şimdi seninle uğraşamam’ deme yetkisini kendimde göremem, çünkü ateşin düştüğü yeri yaktığını ve insanın hangi hakkı ihlal ediliyorsa canının orada olduğunu biliyorum.

‘O kızlar başlarını ‘saf ve temiz din duyguları’yla değil, ideolojik niyetle örtüyorlar’mış. Kimsenin tek tek niyetini bilmem, ilgilenmiyorum da. Kimin ninesinin başını nasıl örttüğüyle de ilgilenmiyorum. Sadece, milyonlarca kadının başını tek bir gerekçeyle örtemeyeceğini biliyorum ve hepsinin tercih haklarını tanıyorum. Kuran’da baş örtmek yokmuş, ‘türban Arap giysisi’ymiş. İnsan hakları dini metinleri kimin nasıl anlaması gerektiğiyle ilgilenmez, giysinin milli ve gayri millisiyle, Arap veya İtalyan’ıyla da. Ayrıca, dini veya ideolojik nedenle örtmenin insan hakları ve ifade özgürlüğü açısından değeri aynıdır. Demokratik bir rejimde, ‘sen başını dini gerekçeyle mi örtüyorsun yoksa ideolojik gerekçeyle mi?’ diye soran devlete verilecek tek yanıt ‘sana ne?’den başkası değildir. Ben, kadının başını ne amaçla örttüğünü sorgulayamam; niyet okumanın da demokratik değil totaliter devletin bir özelliği olduğunu biliyorum.

Yasakçı sevecenlik!

‘Türban kadının iyiliğine değil’miş. Bu düşünce tartışılabilir; ama bunu tartışmak asıl olarak yasağın kaldırılmasını savunurken anlamlı olabilir. Bu ülkede haklarını kullanan bireylere, onlar adına, hatta onlara rağmen iyilik etmek isteyen bazılarında görülen patolojik bir sevgi veya merhametle değil. Bu argümanın değeri, ancak ‘ana dilde eğitim o çocukların üniversiteye girmesini güçleştirecek, o yüzden olmamalı’ diyenlerin ‘sevecenliğini’ gösteren argümanınki kadardır. Sosyal cinsiyet ve patriarşi sorununu, aynı anda yasağa karşı çıkarken gündeme getirmezseniz, sizi dinleyecek kimseyi bulamazsınız. Çünkü yasakçı otorite de o kadınları çok ‘seviyor’ ve onlar adına ‘en iyisini’ istiyor.

Metne imza koyan arkadaşlarımızdan bazılarına kendi çevrelerinde psikolojik baskı yapıldığını biliyorum. Öncelikle onları mahalle baskısının sağ, sol, liberal ve sosyalist versiyonlarını temsil eden ve imzacıları ‘aymaz’lıkla suçlayan bu ‘stratejik öngörü sahibi’ vatandaşlardan olmadıkları için kutluyorum. Bugüne kadar bu ülkede hiç kimse aymazlık yapmadı, her kesim gayet hesapçı, gayet stratejik davrandı ve hep birlikte kaybetti. Belki hesapçılığı terk etme anlamında biraz olsun aymaz olabilseydik, hakları hesap kitap konusu etmeden, sonuçlarından bağımsız bir biçimde savunabilseydik, bugün hep birlikte otorite karşısında bu kadar aciz, bu kadar yalnız olmayacaktık. Bu metnin, Türkiye üniversite tarihinde bir miladı ifade ettiğinin bilincinde olarak, imzaya açılan metni kimin kaleme aldığına bakmadan, konu din özgürlüğüne gelince başını çevirip ıslık çalıp yürüyenlerden olmadığımdan, başkasından beklemediğimiz ‘samimiyet testinden geçme’ kriterini başörtülü kadınlardan beklemeden, ‘metin daha iyi yazılabilirdi’ye takılmadan, hangi partinin destek verdiğine değil, talep edilenin bir hak olup olmamasına bakarak imzaladım.

Üniversiteye özgürlük gelse…

Başörtüsü, bu ülkenin ve üniversitenin elbette tek sorunu değil; hatta onun bugün konuşuluyor olması, özgürlükle ilgili çok temel ve yapısal bir sorunun göstergesi veya sonucu. Ama bunun böyle olması, yapısal anlamda bir değişim ve dönüşüm için çaba harcarken, somut ve spesifik ihlallere karşı verilen hak mücadelesinin desteklenmesi gereğini ortadan kaldırmıyor. Aksine, çoğu kez özgürlüklerimizi bazen 301. madde, bazen gayrimüslimlerin vakıf sorunu, bazen ana dilde eğitim tartışması, bazen bir ‘Ermeni Konferansı’nın düzenlenmesi üzerinden savunmak gerekiyor. Çünkü, o an için, o gün için ihlal konusu neyse, özgürlüğün canı da orada oluyor.

Bugün, gündeme nasıl gelmiş olursa olsun, özgürlük için verilen mücadele şu an için, şu günlerde başörtüsü üzerinden veriliyor. Bu anlamda başörtüsü bir simgedir; ama yasakçıların savunduğu anlamda değil, statükoyu demokrasiyi feda etme pahasına korumaya çalışan otorite ile başörtülü kadınların tercih haklarında somutlaşan özgürlük arasındaki mücadelenin simgesi.

Bu ülkede bir gün evrensel anlamıyla gerçekten bir üniversite olacaksa, üniversiteler, resmi söylemin yeniden üretildiği yerler olmaktan çıkıp, dünya ve ülke sorunları konusunda çözüm üreten, bilimsel çalışmalar yapmaktan korkmayan özgürlük adacıkları haline gelecekse, buna haklar arasında tercih veya öncelik sıralaması yapmadan, otoriteye karşı özgürlüğü her alanda savunarak ulaşabileceğiz. ‘Üniversitede özgürlük’ metnini bu duygu ve kaygılarla imzaladım; içim rahat, imzamın arkasındayım.

11.02.2008

http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=141950