Çocukları ceza ile “terbiye etmek” değil onları suça iten nedenlerden uzak tutmak, korumak esas olmalıdır.
Toplumu ve çocukları suçtan korumanın temel aracı olarak hep ceza hukukuna başvurula gelmiştir. Oysaki söz konusu olan özellikle çocuklarsa, ceza hukuku, başvurulması gereken en son araç olmalıdır. Çünkü ceza hukuku çocukları suçtan korumanın en elverişsiz aracıdır. Cezalandırma sistemi çocuğu suça iten nedenleri ortadan kaldırmıyor, çünkü çocuğun kişiliğine, onuruna giderilmesi çok güç şekilde zarar veriyor, damgalıyor,dışlıyor,yalıtıyor, aşağılıyor.
Cezaevlerinde çocukları neler bekliyor?
2003 sonbaharında Aydın Cezaevinde inceleme yapan Meclis İnsan Hakları Komisyonunun raporu, çocukların ceza ve tutukevlerinde nasıl insanlık dışı koşullarda tutulduğunu tüyler ürpertici bir şekilde ortaya koyuyordu. Acımasızca dayağa, cinsel tacize, tecavüze her türlü istismara uğrayan çocukların kendini korumak için nasıl “gönüllü olarak” hücrede kaldıkları, çocukların yaşadığı fiziksel koşullar, infaz koruma memurlarının sistemli baskıları, dayağı ve bu dayak nedeniyle felç olan küçük A.D.yi hepimiz komisyonun raporundan duymuş öğrenmiş, ama çok çabuk da unutmuştuk.
Yine Kasım 2003 te İzmir Buca Ceza ve Tutukevinde yaşanan bir “sübyan koğuşu isyanı” ile bir kez daha cezaevindeki çocukları anımsamıştık. Avukatların ve çocukların tutanaklara geçen anlatımları tüyler ürpertici idi. Keyfi olarak hücrelere atılan çocukların yatağın, tuvaletin olmadığı hücrede, ekmeğini nasıl farelerle paylaşmak zorunda kaldıklarını, tabak, kaşık verilmediği için yemeklerini avuçlarına doldurarak yediklerinden haberdar olmuştuk. Çırılçıplak soyulan çocukların, asker ve gardiyanlarca nasıl dövüldükleri yer aldı raporlarda. Çocukların, adına “hamam sefası” denilen, periyodik toplu dayak uygulamalarını neden kimselere anlatamadıklarını, kimlerden neden bu kadar çok korktuklarını anlamaya çalışmıştık.
Bu olayın üzerine İzmir Barosu İşkenceyi Önleme Grubu ve Cezaevi Komisyonunun gitmesi ile ulusal ve uluslar arası çapta kamuoyu oluşturulmuş ve sorunun fark edilmesi sağlanmıştı. Gerek Meclis İnsan Hakları Komisyonunun gerekse İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) nin incelemeleri sonunda çocukların ayrı ve daha uygun koşulları sağlayacak bir tutukevine konulması kararı alındı. Yani yine çocuğu ceza hukukunun, bu kez biraz daha “şevkatli” kollarına atma kararı alınmıştı. Bu karar üzerine İzmir Bergama Cezaevi restore edilerek bir kısmı çocuk tutukevi olarak kullanılmaya başlandı. Artık yargılama aşamasında tutuklanan çocuklar daha iyi koşullarda tutulmaya (ama yine de bir tutukevinde tutulmaya) başlanmıştı bu nedenle rahat olabilirdik!
Bir süre sonra cezaevindeki müvekkilleriyle görüşen avukatlara çocuklardan sıkça yakınmalar gelmeye başladı. Fiziksel koşullar Buca Cezaevine göre çok daha iyiydi gerçekten ama görevliler yine aynı kişilerdi. Sonuçta baskı, dayak, keyfi hücre hapsi aynı şekilde devam ediyordu. Bunun üzerine Bergama Cezaevine giden bir grup avukat olarak hem çocuklarla görüşüp hem de cezaevinin içini görme olanağı bulmuşduk.
Göze çarpan ilk şey yoksulluktu
Cezaevi iyi restore edilmişti. Her yer temiz ve aydınlıktı. Duvarlar açık pastel tonlarda boyanmıştı. Çocuklar her ne kadar doymuyorlarsa da yemeklerin iyi olduğunu söylüyorlardı. Cezaevinin kapalı spor salonu, sinema salonu, masa tenisi, basketbol, voleybol oynama olanakları göze çarpıyordu ilk bakışta. Çocukların kaldıkları koğuşları gezerken ilk bakışta göze çarpan bir başka şey daha vardı; iç acıtan yoksullukları. Her bir çocuğun giysilerini ve özel eşyalarını koyması için kapısı olmayan bir çelik dolabı vardı. Gezdiğimiz koğuşlarda tüm dolaplar bomboştu. Çocukların ne çamaşırları ne de başka giysileri vardı. Bir çoğunun ayakkabısı yoktu.
En çok istedikleri şey oyun oynayabilmek
Görüştüğümüz çocuklara en çok ne istediklerini sorduğumuzda, eşofman ve spor ayakkabısı istediklerini söylediler. Bir de top istiyorlardı. Çünkü koğuşlar 6-10 kişilik idi. Her bir koğuşun 8 m. yüksekliğindeki duvarlarla çevrili küçük havalandırmaları vardı. İşte tüm istedikleri bu beton bahçede top oynayabilmekti. Çünkü onlar çocuktular ve her şeye rağmen en çok istedikleri şey oyun oynamaktı. Spor salonları olduğunu gördük ve oradan ne kadar yararlanabildiklerini sorduğumuzda bir kısmı üç aydır burada kalmalarına rağmen spor salonunu hiç görmediklerini, hiç götürülmediklerini söylüyordu. Bir kısmı ise spor salonunu bir kez gördüğünü o da gardiyanların oraya götürüp dövdüklerinde salondan haberdar olduğunu anlatıyordu. Nitekim kayıtları incelediğimizde çocukların anlatımları doğrulanıyordu.
Görünürde tüm fiziksel koşullar uygun, tüm olanaklar tamamdı. Ama uygulamada, anlayışta değişen hiçbir şey yoktu. Orada da koğuşlarda büyük küçüğü, güçlü güçsüzü eziyordu ve görevliler bunu engelleyecek yeterli önlem almıyordu. Orada da dayak vardı, kötü muamele vardı. Spor salonundan, sinema salonundan, atari odasından yararlanmak çok kısıtlıydı, istisnaiydi. Hücre cezası en etkili “ terbiye yöntemi” olarak kullanılmaya devam ediyordu.
Müşahade odası denilen ama özünde bildiğimiz hücre olan kısmı gezerken yoğun bir pislik ve havasızlık dikkati çekiyordu. Havalandırması olmayan, doğal ışık almayan üç tarafı duvar bir tarafı demir parmaklıklı hücrelerin içi ağır tuvalet kokusu ve bir sürü karasinekle doluydu. Bazı çocukların kendi isteği ile hücrede kaldıkları söylendi. Bir çocuk neden böylesine kötü koşullarda kalmayı tercih eder sorusunun yanıtını alamadık.
Çocuklar cezaevinin şehre uzak olmasından dolayı ailelerinin gelemediğini, onları özlediklerini anlatıyorlardı. Telefon hakkı olmasına rağmen bir kısmının evinde telefon olmadığından aileleriyle görüşemiyorlardı. Tam bir izolasyon, tam bir yalnızlık, sevgisizlik ortamındaydılar. Onlarla konuşacak bir sosyal hizmet uzmanı, daimi bir psikologları da yoktu.
Dünyada çocuklar hangi koşullarda tutuluyor
Çocukların tutulma koşullarını düzenleyen uluslararası standartlar, onların tutukevlerinde değil, eğitim kurumlarında yaşamaları, toplumdan, ailesinden uzak kalmamalarını söylüyor. Gelişmiş ülkelerdeki uygulamalarda çocuğun ekonomik ve sosyal yaşamdan koparılmadığı, yakınlarıyla ilişkilerinin engellenmediği, küçük ölçekli ve eğitim amaçlı kurumlarda tutulmalarına yönelik. Örneğin Fransa’da “Gençliğin Adli Korunması Genel Müdürlüğü” birimi yetkili. Bu birim cezalandırmayı değil, çocuğun fiziksel ve pskolojik gelişimini tamamlamasını ve bir meslek sahibi olmasını temel alan uygulama sergiler. Bu kurumlarda çocuklar için eğitim, spor,oyun, okuma gibi etkinliklerin yanında, yakınları ve sosyal gelişim uzmanları ile ilişkileri de uygulanan rejimin temelini oluşturur.
İngiltere’de çocukların hapsedilmesi yerine, okullarına devam etmeleri, ancak hafta sonları gitmeleri gereken Devam Merkezlerinde bu çocukları suça iten nedenleri kaldırmaya yönelik eğitim ve tedavi uygulaması var. İtalya’da cezaevi yerine, çocukların okullara devam ederek meslek kazanmaları zorunluluğu uygulanmakta. İsveç’te suç işleyen çocukların hapsedilerek cezalandırılması 1970’lerde kaldırıldı. İsveç’te suç işleyen çocuklar, Gençleri Koruma Kanunu gereğince kurumsal bakıma ve diğer koruma tedbirlerine tabi tutulurlar. Bizde de bu yönde belirli adımlar atılmaya çalışılmaktaysa da henüz çok yetersiz düzeyde.
Toplum olarak bu çocukların korunması gerektiğinin artık farkına varmalıyız.
Yaygın kapkaç, hırsızlık ,gasp gibi suçların çoğunun failleri çocuk. Ancak, çocukları suça iten nedenleri ortadan kaldırmadıkça, o çocukları toplayıp bir yerlere tıkarak sorunu çözeceğimizi düşünmek ne kadar gerçekçi ve ne kadar insani? Bu çocukları, sokaklarda yaşadıkları tehlikelerden, cezaevlerindeki insanlık dışı muamelelerden korumak, en azından cep telefonumuzun çalınması kadar yakından ilgilendirmeli hepimizi. Ulusal çapta bir çocuk koruma programı oluşturmaya ve çocuğu temel alan bir çocuk adalet sistemini kurmaya yönelmezsek yarın çok geç olabilir. Hem çocuklar için hem de toplum için.
Av. Nalan Erkem
İnsan Hakları Gündemi Derneği üyesi